Sayfalar

21 Haziran 2010 Pazartesi

HAYVANLARIN ÖZELLİKLERİ

HAYVANLARIN ÖZELLİKLERİ

İnsanoğlu, aklıyla hayvanlardan üstün kabul edilirken, hayvanlar da akıllara durgunluk verecek kabiliyetleriyle insanları şaşırtıyor.



Atlar, bir ay kadar ayakta durabilirken, bir köstebek, bir saat içinde, 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
AA muhabirinin, Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) hayvanlarla ilgili birtakım ilginç bilgilere de yer verdiği internet sitesi]www.rec.org.tr 'den yaptığı derlemeye göre, bir filin hortumunda 50 bin adet kas bulunuyor. Fil, bununla bir ağaç kütüğünü kaldırabilirken, yere düşmüş bezelye tanesini de alabiliyor.
Kutup ayılarının daha az enerji harcayarak, vücut ısılarını korumak için geliştirdikleri yöntem oldukça ilginç. Buzulların sevimli hayvanları, arka ayaklarını ön ayaklarının izine basarak yürüyorlar.
Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diyen atletlere taş çıkarıyor. Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor.
Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
Gündüzleri görme engelli olan yarasalar, zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor. Susuzluğa dayanıklı olmalarıyla bilinen develerin ise bir rakibi var. Fareler, develerden daha uzun süre susuz kalabiliyor.

KUŞLAR
Sinek kuşlarının kalbi, dakikada 615 kez çarpıyor. İnsanların kalbinin, dakikada 60-80 kez çarptığı göz önüne alınırsa bu kuşlar oldukça heyecanlı görünüyor.
Kargaların, ortalama yaşam süresi 120 yıl. Buna göre, kargalar dile gelse, tarihçilerin danışmanları hazırdı.
Dünyada en derine dalabilen kuş türü, imparator penguenler. Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.
Erkek penguenler, feministlerce ödüle layık görülecek türdenler. Zira onlar, kuluçkaya yattıkları 4 ay boyunca ağızlarına bir şey koymuyorlar.
Yine penguenlerin, biz insanların esprilerine konu olan, sarkaç biçimindeki yürüyüşlerinin de bir nedeni var.Penguenler, her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolayarak, enerji tasarrufunda bulunuyorlar.

BÖCEKLER
Dünya halter şampiyonları, karıncaların yanında boynu bükük kalıyor. Kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilen karıncalar, minik bedenlerinden hiç de beklenmeyen performans gösteriyorlar.
Akrepler, radyasyona karşı oldukça direnç gösteriyor. İnsan vücudunun radyasyona direnci 600 rads dolayında iken akreplerinki, 150 bin rads'a kadar çıkabiliyor.
Çöl akrebinin ayaklarındaysa kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu titreşimleri bile hissedebilen algılayıcılar yer alıyor.
Büyüklükleri karıncalar kadar olan termitler, toprak üzerinde yüksekliği 8 metreyi bulan yuvalar yaparak, mühendislik yeteneklerini konuşturuyorlar.
EN HIZLI BALIK ORKİNOS
En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.
Su altında en fazla 1 saat kalabilen balinalar, normalde 90 metreye dalabilirlerken, korktuklarında 360 metre derine inebiliyorlar.
En fazla sayıda yumurta bırakan balık ise okyanus güneş balığı. Bu balıklar, bir seferde 30 milyon kadar yumurta bırakabiliyorlar. AlıntıDır....



Hayvanların ilginç özellikleri
Sual: Hayvanların yaratılışı hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak, bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir.

Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti, parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından, kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en uygun şekilde üreme organlarını da yarattı.

Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına götürür. Filin hortumu su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve harpte kullanılır.

Zürefa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden rızkını temin eder.

Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri için yüzgeçler yaratmıştır. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmamıştır. Su içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.

Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz. Fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme hususiyeti vermiştir. Çevreye kolaylıkla uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, öteki gözüyle de arkasını görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok gibi fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvana rızkını ve düşmanı için silahını yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Karınca, topladığı tanelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için taneleri parçalar. Islanan tanelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ, cemiyet halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.

Arı da cemiyet halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz. Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra şaşırmadan kovanını bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu duyguları arıya ilham eden Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak mümkün müdür?

Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördü ile yürür, ikisi yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayakları ile bunları silip kurular.

Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposu ile yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır. Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir madde ile etrafını sararak, her an taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer, sonra yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı. Bunlar tesadüf mü?

Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir, birinde süt olur. Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir, kirpi de keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.

Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yolu ile kan emeceği insanı tanır. Çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla, hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Çölün şartlarına en uygun hayvan
Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez. Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acaip hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer hayvanların aksine kuma batmaz.

Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve, vücudundaki yağları yakarak lüzumlu gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur. Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir mesele sayılmaz.

Devenin, ikinci mühim hususiyeti de susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar üzerinde ağır yükün altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu şaşılacak bir özelliktir.

Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir su kaynağıdır. Bilim adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.

Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri, güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır.

Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır. İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.

Kendilerine mahsus silahları var
Her hayvan neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge düşmanı saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir sıvı fışkırtır.

Memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvan yarasadır. Ses dalgalarına karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Halbuki insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya geri akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar. Ona göre vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.

Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur. Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.
Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan etmiştir. Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar.

Yarasanın bir kısmı sivri sinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkanlar yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan hikmet sahibi Rabbimize hamd olsun!

Kuşlardaki ilginç özellikler
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi, soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki ayaklı yaratmıştır.

Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak, ayak derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa mani olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde tüyleri kaygan bir özellikte yaratmıştır.

Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgara karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş olduğundan uçuşa mani değildir. İçi boş olduğu için de kolay kolay kırılmaz.

Leylek gibi uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde boynu kısa olsaydı veya ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su içinde boğulabilirdi.

Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır. Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini görür. Gaga ile parçalanıp yenen şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde gayet ufak olarak öğütülür, böylece dişlere lüzum kalmaz.

Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti boyunca yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıktığı zaman diğeri ona vekalet ederek kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfi şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin tezahürüdür.

Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç sadece leylekler arasında değil, başka kuşlar arasında da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç gibi Amerika’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4-5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney Amerika’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile halinde uçarlar.

Göçmen kuşlar, uygun rüzgarlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için Güneşi pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda ise, yerin manyetik sahasını, geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. İnsanlar frekansı 16000den az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için yollarını kolayca bulabiliyorlar.

İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların, asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur. Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.

Hayvanlarda akıl yoktur
Sual: Bir arkadaş, hayvanlarda akıl olmasa, arı bal, ipek böceği ipek yapamaz dedi. Başka bir arkadaş da at akıllı, tilki zekidir dedi. Hayvanlarda akıl var mıdır?
CEVAP
Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı batıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırır. Akıl sadece insanda, cinde ve melekte vardır. Bunlara akıl verildiği için yaptıkları işlerden sorumlu olur. İnsanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliği, aklı ve konuşmasıdır. Hayvanlarda akıl yok, zeka vardır. Zekaları sayesinde birbirleriyle anlaşırlar. Allahü teâlâ, hayvanlara akıl vermediği için, onlara hiç bir şeyi yasak etmemiş, dilediklerini yiyip içmekte, diledikleri gibi yatıp kalkmakta serbest bırakmıştır. Hayvanları yaptıkları işlerden sorumlu tutmamıştır. Hayvanların şehvetlerine uymaları suç olmaz. İnsanlara akıl verildiğinden nefislerine uymaları, doğru yoldan sapmaları suç olur.

İpek böceğinin ipek, arının bal yapması gibi hayvanlardaki harika işler, içgüdü denilen ilham sayesinde olur. Hayvanı aşırı soğuk veya sıcaktan uzaklaştıran basit reaksiyon veya temas neticesi olan daha hızlı refleks hareketleri hep bu ilham iledir. Sevgi veya nefret, yavru bakımı ve yılın bazı mevsimlerinde göç etmek mecburiyeti gibi daha girift hisler de ilhamdır.

İlham, bir kuşa yuvasını ne zaman ve nerede kuracağını haber verir. Fakat aslında kuşun, yuvasını nerede kurduğundan haberi yoktur. Yuva içindeki ötücü kuş yavruları bir yabancı gördüğünde korkup, kaçmaya kalkmazlar. Fakat tüylenmiş ve yuvayı terk etmeye hazır olan aynı yavrular, korkma kabiliyetini ve tehlikeden kaçma hissini de elde etmiş olurlar.

Yeni doğmuş memeli hayvan yavrusuna annesinin göğsünden süt emzirten, yeni yumurtadan çıkmış ördek yavrusunu suya çeken de bu ilhamdır. İlham, hayvanı bulunduğu şartlara gerektiği gibi karşı koyacak şekilde hazırlıklı tutar. Mesela, aniden düşmanıyla karşılaşan hayvan, kaçmak gibi rasgele bir teşebbüs yerine, bütün avantajlarını en iyi şekilde kullanacağı bir metot tatbik eder. Bütün bunları yaparken hayvan, niçin böyle hareket ettiğini bilmediği gibi, hareketinin neticesini de kestirebilmekten acizdir. Çünkü aklı yoktur.

Hayvanların anlaşması
Sual: Hayvanlar nasıl anlaşır, papağandan başka konuşan hayvan var mıdır?
CEVAP
Papağan konuşmaz, teyp gibi, konuşulan bazı kelimeleri tekrar eder. İnsanı hayvanlardan ayıran en mühim hususiyeti, aklı ve konuşmasıdır. Hayvanlarda akıl yoktur. Zeka vardır. Zekaları sayesinde birbirleriyle anlaştıkları bilinmektedir.

Ayrı bölgelerde yaşayan iki aynı kuş, aralarında lehçe farkı bulunduğundan birbirleriyle anlaşamadıkları tespit edilmiştir. Aynı ve ayrı bölgelerin erkek kuşlarının sesleri teybe alınmış, ayrı bölgede yaşayan kuşun sesine hiç alâka duymadığı, fakat kendi bölgesindeki kuşun ötüşüne alâka duyduğu tespit edilmiştir.

Sincaplar, düşmanlarından korunmak için iki yol takip ederler. Yırtıcı kuşların geldiğini bildirmek için, yuvanın giriş deliğinden içeri girerler. Kirpi gibi hayvanların geldiğini bildirmek için yuvanın çıkış deliğinden kaçarlar.

Maymunların da düşmanın cinsine göre farklı hareketlerde bulundukları tespit edilmiştir. Aslan, kaplan gibi bir hayvan görünce hemen yüksek ağaçlara tırmanırlar. Kartal gibi yırtıcı kuşları görünce, tam tersine ağaçların diplerine inerler. Yılan tehlikesine karşı, arka ayakları üzerinde durup otlar içinde gelecek yılanı gözetlerler.

Maymunun birisi bir suç işliyor. Diğer maymunlar bunu dövmeye başlayınca, dayak yiyen maymun, tehlike sesi çıkarıyor. Bütün maymunlar, hemen ağaçlara tırmanıyorlar. Buradaki tehlike işareti, harp hilesi olarak kullanılıyor.

Her hayvanın kendine göre bir anlaşma şekli bulunmaktadır. Mesela horozun biri yem bulduğu zaman, tavukları çağırdığına çoğumuz şahit olmuşuzdur. Tavuğun civcivleri çağırdığını görmüşüzdür.
Her hayvanın yaşaması için kâfi derecede zeka ve uygun bir silah yaratan Allahü teâlâ, insanların menfaati için onlara akıl vermemiştir. Aslan, kaplan, kurt, ayı gibi hayvanlar akıllı olsaydı, insan için çok tehlikeli olurdu.

Leylek, solucan gibi hayvanlarla beslendiği gibi, su içinden, toprak aralarından avını kolay avlayabilmesi için, Allahü teâlâ gagasını uzun yaratmıştır.

Kayaların arasındaki otları kolayca alabilmesi için, Allahü teâlâ zürafanın boynunu uzun yaratmıştır. Kaplumbağa yavaş hareket eden bir hayvan olduğu için diğer hayvanların yememesi için kemikten bir muhafaza içinde yaratmıştır. Her hayvanın yaşadığı yerin hususiyetine göre, düşmanlarından korunacak bir silahı vardır. Zekası sayesinde bu silahını kullanarak hayatını devam ettirmektedir. Akılsız hayvana bunları veren Allahü teâlânın şanı çok yücedir.

Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak yerlere götürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2-3 gün yavrularını sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür, yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam dikkate şayandır. Yavrusu bir sene gıdasını temin etmeye muktedir değildir. Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir yumurta bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler, bu yavruya tam bir sene yeter.

Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.

Yapılan araştırmalarda, bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için sefer yaptığı tespit edilmiştir.

Yavrularının kaybolması üzerine hayvanlardaki üzüntünün, araştırmalara göre insanlardan daha çok olduğu tahmin edilmektedir.

At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle neticelenir.

Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara saldırdığını, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden götürdüklerini görenler çoktur.

Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis, yavrularını burunları ile iterek kaçmalarını sağladığı defalarca görülmüştür.

Kangurunun, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçtığı bilinmektedir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yarattığı yüz rahmetten birini mahlukat arasında taksim etti. Bu sebeple anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün mahlukat birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la]

Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.


Arıların hayatı
Arılarda cemiyet hayatı çok düzenlidir. İşçi arı 6 hafta, erkek arı 6 ay, ana arı 5 yıl yaşar.
Petekler altıgen prizma şeklinde olup, en az balmumuyla en çok balı depo edebilecek şekilde imal edilir. Yapılan petekler kuvvet ve hafiflik bakımından birer harikadır. Altıgen prizma aynı zamanda dışarıdan zorlamaya karşı en dayanıklı şekildir. Petek hücreleri o kadar muntazamdır ki, 18. asırda yaşamış Fransız bilim adamı Remaur, bu hücrelerin çaplarının milletlerarası bir ölçü olarak kullanılmasını teklif etmiştir. Amerika’daki bir arı ile Türkiye’deki bir arı, aynı ölçülerde, aynı altıgen şeklinde petek yapmaktadır.

İşçi arılar, düşmanlara iğneleriyle karşı koyarlar. Her arı cemiyetinin kendilerine has kokusu vardır. Kovan nöbetçileri bu kokuyu taşımayan arıları içeri sokmazlar.

Erkek arıların görevleri ana arıyla çiftleşmektir. Sonbaharda ana arı ile yaptıkları zifaf uçuşundan sonra artık kovana yük olmaya başladıkları için, işçi arılar tarafından kovandan atılır.

Ana arı, kovanda tektir. Ortalama olarak dakikada 2, günde 2500 ve ömrü boyunca iki milyon yumurta yapabilir. Kendisinin, yumurta ve yavrularının bakımı, dadı işçi arılar tarafından sağlanır. Arı sütü ile beslenir. Kozadan çıktıktan 7 gün sonra kovanın bütün erkek arılarını peşine takarak “zifaf uçuşu” için havanın çok yükseklerine çıkar. Zayıf, yaşlı, iyi beslenememiş erkek arılar yorulup ölürler. Yorulmayan, sağlıklı bir grup erkek arı takip eder. Zifaf uçuşu bittikten sonra eski ana arının yerini almak üzere kovana döner. Eski ana arı, yeni ana arının çıkmasından bir hafta önce işçilerin yarısını alarak yeni bir yuva kurmak için kovandan ayrılır. Bu toplu halde kovandan ayrılmaya oğul verme denir. Ana arı, istediği zaman döllenmemiş yumurta da bırakabilir. Döllenmemiş yumurtalardan erkek arı, döllenmiş yumurtalardan ise dişi arı olur. Döllenmiş yumurtadan çıkan larva, arı sütü ile beslenirse, ana arı olur.
Gözle pek renkli görünmeyen çiçekler bile arılara mor ötesi ışınlarla rengârenk görünür. Arılar bu kabiliyetleri sayesinde bulut arkasındaki güneşi bile görür, kovanların ve çiçeklerin yerini hesap ederler. Yeşil ve kırmızıyı göremezler. Çünkü yeşil ve kırmızıyı görmede onlar için bir fayda yoktur. Görmemeleri iyidir. Arılar için esas mesele bal özü ile dolu çiçekleri görebilmektir. Öbürleri ile uğraşması boşa çalışmak olur. Bal özü olan çiçekler ortası sarı olarak netleşir ve arıyı doğruca nektar kaynağına çeker.

Arılar yapacakları bütün şeyleri nasıl öğrenirler? İşçiler çiçeklerin yerini keşfetmeyi, nektar emmeyi, polen toplamayı, bal petekleri yapmayı, larvalara bakmayı ve düşmanları iğnelemeyi nasıl öğrenirler? Bal arısı mühendis gibi petek yapar. Silindir yapsaydı aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prizmalar arasında yer ziyan olmuyor. Dörtgen olsaydı hacimleri daha az olurdu. Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle anlıyor. Öğrenmeyen kişi anlayamıyor. Arıya bunu bildiren kim?

Bütün bunları, onu yaratan ilham etmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Rabbin bal arısına, “Dağlarda, ağaçlarda ve çardaklarda kendine ev [kovan] edin. Sonra meyveler [ve çiçekler]den ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı [bal imalini öğrettiği] yollara gir” diye ilham etti. Arılar, insanlar için şifalı olan çeşitli renkte bal yapar. Bunda düşünenler için elbette büyük ibret vardır.) [Nahl 68, 69]

Köpek ve diğer hayvanlar
Sual: Köpek niçin daha çok kötüleniyor?
CEVAP
Din kitaplarında hayvanlardan bahsedilmesi genellikle sıfatları yüzündendir. İnsanların bu sıfatlardan kaçması içindir. Yalnız köpek değil, birçok hayvan hakkında âyet, hadis ve atasözü vardır. Bunlardan köpek hakkında söylenenlerden bazıları:
Kötü bir âlim, (Dilini sarkıtıp soluyan köpeğe) benzetilmiştir (Araf 176)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Kendini başkalarından üstün tutanı, Allahü teâlâ alçaltır. Herkesin gözünde küçük olur. Hatta köpekten, domuzdan daha aşağı görünür.) [Beyheki]

(Canlı resmi, köpek ve cünüp bulunan eve rahmet melekleri girmez.) [Nesai]

İslam âlimleri buyuruyor ki:
* Şeytan, köpek gibidir; köpek kovalayınca kaçar, ama başka taraftan yine gelir. Nefs, kaplan gibidir; saldırması, ancak öldürmekle biter.

* Hocasını incitene darılmayan köpekten aşağıdır.

* Kendini, uyuz köpekten üstün bilen, büyüklerin feyzinden mahrum kalır, hatta kendini Frenk kâfirlerinden üstün bilenin Allahü teâlâyı tanıması haramdır.

* Nefs kâfirdir, köpekten aşağıdır, çünkü köpek Cehenneme girmeyecek. Hatta Kıtmir isimli köpek Cennete girecek. [Burada nefsin kötülüğü anlatılıyor.]

* Dağda yalnız yaşayan birisine, “Burada ne yapıyorsun” diye sorulunca, (Köpek çobanlığı yapıyorum) diye cevap verir. “Peki köpekler nerede” dedikleri zaman, (Benim nefsim köpek gibi ısırıcıdır. Kimseye zararı dokunmasın diye onu insanların arasından çıkardım) der.

Köpeğin övüldüğü yerler de vardır:
Köpek ekmek veren eli tanır.
Köpek sahibini ısırmaz.
Köpek bile yal yediği çanağa pislemez
Komşu iti komşuya ürümez.
Kadın düşmanlığını güler bildirmez
Köpek dostluğunu ulur bildirmez.

Kur'an-ı kerimde, koyun keçi gibi eti yenen, temiz hayvanlar da aşağılanıyor. Bu aşağılamak, onlar Cehennemliktir anlamında değildir. Onlar akılsız, gayesiz anlamındadır. Bir âyet meali:
(Kâfirler hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.) [Furkan 44]

Eşek de kötüleniyor:
(En çirkin ses eşek sesidir.) [Lokman 19]
(Onlar kitap yüklü eşeğe benzer.) [Cuma 5]
(Aslandan ürkerek kaçan yabani eşeklere benzerler.) [Müddesir 50,51]

Maymun da kötüleniyor: (Onlara, aşağılık maymun olun dedik.) [Araf 166]
Domuz da kötüleniyor: (Domuz eti haramdır.) [Maide 3]

Yılanlar ve zararlı hayvanlar kötülenmiştir:
(Namaz kılarken bile yılan ve akrebi öldürün.) [Tirmizi]
(Yılan veya akrep öldürmek kâfir öldürmek gibidir.) [Hatib]
(Yılan, akrep ve kuduz köpeği öldürmekte mesuliyet yoktur.) [Buhari]

Övülen hayvanlar da var, yerilen de var. Akrep yılan, sokuculuğu ile, tilki kurnazlığı ile, koyun, kuzu uysallığı ile, kurt zalimliği ile, domuz pis olması ile, keçi ve katır inadı ile, deve kini ile meşhurdur.
Sonuç olarak, insan hayvana benzememeli, yılan, akrep gibi sokucu olmamalı, eşek gibi yüksek sesle konuşmamalı, köpek gibi ısırıcı, aslan, kaplan gibi parçalayıcı, kedi gibi nankör olmamalı deniyor. Köpek örneğinin çok olması aramızda çok bulunduğu içindir.


Sümüklü böceklerin dört tane burnu vardır.

Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.

Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.

Dalmaçyalılar gut olmayan tek köpek cinsidir.

Kedilerin beyninde 32 adet kas vardır.

Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.

Bir fare bir deveye oranla daha uzun süre susuzluğa dayanabilir.

Zurafa kulağını 53 santim uzunluğundaki dili ile temizler.

Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki bir damla kanı
hissedebilir.

Timsahlar renk körüdür.

Sadece dişi kanaryalar ötebilir.

köpeklerde renk körüdür

köpekbalıkları insan etini yiyemez

köpekbalıkları avlarını genelde öldürmez yiyecekleri kadar parçalarını koparıp bırakırlar(o yüzden insanlarında belli organlarını koparıp bırakırlar)

timsahların çeneleri tonlarca basabildiği halde çenelerini açma kuvvetleri o kadar yüksek değildir yani az bir kuvvetle ağzını kapalı tutabilirsiniz(tabi yerse )

en çok insan öldüren hayvan sivrisinektir

bir köpek bir kova suyla içinde bir çay kaşığı tuz olan bir kova suyu ayırt edebilir

köpeklerin koku alma duyuları insanlara göre 50 kat daha gelişmiştir

hipopatamlar karada bir insan kadar hızlıdırlar

Fareler Kusamaz.


-Zürafalar yüzemez.


-Yılanlar duyamaz.


-Karıncalar uyuyamaz.


-Kirpiler suda batmaz.


-Kutup ayıları solaktır.


-Sineklerin 5 tane gözü vardır.


-Zürafanın ses telleri yoktur.


-Yunuslar bir gözlü açık uyurlar.


-Develerin 3 tane kaşı vardır.


-Bir sineğin hızı saatte 8 km.dir.


-Zürafanın dili 35 cm. kadardır.


-Istakozların kanı mavi renktedir.


-Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.


-Fil zıplayamayan tek memelidir.


-Sığırların 4 tane midesi vardır.


-Kangurular geri-geri yürüyemezler.


-Kediler şeker tadını ayırt edemezler.


-Atlar 1 ay kadar ayakta kalabilirler.


-Fare, bir deveden bile daha uzun süre susuz kalabilir.


-Timsahlar dilini dışarı çıkaramazlar.


-Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.


-Baykuş mavi rengi görebilen tek kuştur.


-2600 kadar kurbağa cinsi var.


-Yetişkin bir ayı at kadar hızlı koşabilir.


-Sadece domuzlar güneşten yanabilir.


-Deniz kobrası dünyanın en zehirli yılanıdır.


-Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.


-Hayvanların en büyüğü mavi balinadır. (uzunluğu 33 m., ağırlığı 190 t.)


-Sadece dişi sivrisinekler ısırır.


-Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.


-Deve deniz suyu içebileceği gibi bir defada 250 litre su da içebilir.


-Bir insanın su ve yemek olmadan yaşayabildiği en uzun süre 18 gündür.


-Karınca kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir.

Çekirgenin kulağı dizindedir.

Tavşanlar yediklerini iki kere sindirirler. Tavşanların basit birer mideleri, fakat büyük bir çekumları ve apendiksleri vardır.


Güvercinin kemiklerinin ağırlığı, tüylerinden daha hafiftir.


Geceleri, yunus balıkları, hemen su yüzeyinin altında uyurlar. Bu sürede sık sık hava almak için yüzeye çıkarlar.


Bir tavuğun tüm yaşamı boyunca ürettiği artık, 100-watt'lık bir ampülü 5 saat boyunca çalıştırabilecek yeterlilikte enerji üretebilir.


Tüm yaşam süresinde, ortalama bir işçi arı bir çay kaşığının 1/12'si kadar bal yapabilir.



Filler sıçramayan tek memeli grubunu teşkil eder. Fillerin işitebildiği seslerin frekansı 1 ile 20000 hertz aralığında değişir.


Memelilerin kanı kırmızı, böceklerin kanı sarıdır.

Bir erkek İmparator pengueni, yumurtalarını muhafaza etmek uğruna, 60 gün veya daha uzun süre Antartika'nın soğuğuna dayanır.


Bir salyangoz üç sene boyunca uyuyabilir. En hızlı hareket eden salyangoz 0.0313 mph'lik hıza sahiptir.

Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.

* Denizatını erkeğinin doğum yaptığını biliyor muydunuz?

Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diyen atletlere taş çıkarıyor. Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor

- İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür.

- Kedi ve köpekler insanlar gibi ya sağ ellerini çok kullanırlar ya da sol.

- Köpekbalıklarının kansere karşı bağışıklığı vardır.

Kediler şeker tadını ayırt edemezler.

- Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.

İngiltere’deki bütün kuğular, kraliyet ailesine aittir

- Çikolata köpekleri öldürebilir. Gerçek çikolata köpeklerin kalbini ve sinir sitemini olumsuz şekilde etkiler.

Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabilir.

- Sıçan, deveden daha uzun bir süre susuz kalabilir.

Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.

Kediler ültrason seslerini duyarlar.

Kediler 100 değişik ses, köpekler ise 10 ses çıkartabilir.

Hastalanmayan tek hayvan köpekbalığıdır

En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.

İnsanoğlu, aklıyla hayvanlardan üstün kabul edilirken, hayvanlar da akıllara durgunluk verecek kabiliyetleriyle insanları şaşırtıyor.



Atlar, bir ay kadar ayakta durabilirken, bir köstebek, bir saat içinde, 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
AA muhabirinin, Bölgesel Çevre Merkezi'nin (REC) hayvanlarla ilgili birtakım ilginç bilgilere de yer verdiği internet sitesi]www.rec.org.tr 'den yaptığı derlemeye göre, bir filin hortumunda 50 bin adet kas bulunuyor. Fil, bununla bir ağaç kütüğünü kaldırabilirken, yere düşmüş bezelye tanesini de alabiliyor.
Kutup ayılarının daha az enerji harcayarak, vücut ısılarını korumak için geliştirdikleri yöntem oldukça ilginç. Buzulların sevimli hayvanları, arka ayaklarını ön ayaklarının izine basarak yürüyorlar.
Dünyanın en hızlı koşan hayvanı leopar, ''benim'' diyen atletlere taş çıkarıyor. Leoparların hızı, saatte 100 kilometreyi buluyor.
Atlar, bir ay boyunca ayakta durabiliyor. Köstebekler ise bir saatte 45 metre uzunluğunda bir tünel kazabiliyor.
Gündüzleri görme engelli olan yarasalar, zifiri karanlıkta 0.6 milimetre çapında bir teli ayırt edebiliyor. Susuzluğa dayanıklı olmalarıyla bilinen develerin ise bir rakibi var. Fareler, develerden daha uzun süre susuz kalabiliyor.

KUŞLAR
Sinek kuşlarının kalbi, dakikada 615 kez çarpıyor. İnsanların kalbinin, dakikada 60-80 kez çarptığı göz önüne alınırsa bu kuşlar oldukça heyecanlı görünüyor.
Kargaların, ortalama yaşam süresi 120 yıl. Buna göre, kargalar dile gelse, tarihçilerin danışmanları hazırdı.
Dünyada en derine dalabilen kuş türü, imparator penguenler. Yiyecek aradıkları sırada, 255 metre derine dalabilen penguenler, yaklaşık 18 dakika nefessiz kalabiliyorlar.
Erkek penguenler, feministlerce ödüle layık görülecek türdenler. Zira onlar, kuluçkaya yattıkları 4 ay boyunca ağızlarına bir şey koymuyorlar.
Yine penguenlerin, biz insanların esprilerine konu olan, sarkaç biçimindeki yürüyüşlerinin de bir nedeni var.Penguenler, her adımın sonunda bir sonraki adım için enerji depolayarak, enerji tasarrufunda bulunuyorlar.

BÖCEKLER
Dünya halter şampiyonları, karıncaların yanında boynu bükük kalıyor. Kendi ağırlığının 50 katı ağırlığı kaldırabilen karıncalar, minik bedenlerinden hiç de beklenmeyen performans gösteriyorlar.
Akrepler, radyasyona karşı oldukça direnç gösteriyor. İnsan vücudunun radyasyona direnci 600 rads dolayında iken akreplerinki, 150 bin rads'a kadar çıkabiliyor.
Çöl akrebinin ayaklarındaysa kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu titreşimleri bile hissedebilen algılayıcılar yer alıyor.
Büyüklükleri karıncalar kadar olan termitler, toprak üzerinde yüksekliği 8 metreyi bulan yuvalar yaparak, mühendislik yeteneklerini konuşturuyorlar.
EN HIZLI BALIK ORKİNOS
En hızlı yüzen balık ise orkinos. Yetişkin bir orkinos, saatte yaklaşık 90 kilometre hız yapabiliyor.
Su altında en fazla 1 saat kalabilen balinalar, normalde 90 metreye dalabilirlerken, korktuklarında 360 metre derine inebiliyorlar.
En fazla sayıda yumurta bırakan balık ise okyanus güneş balığı. Bu balıklar, bir seferde 30 milyon kadar yumurta bırakabiliyorlar. AlıntıDır....

Doğanın En İlginç Hayvanı...



Bilim adamları, ördek gibi gagası bulunan, kunduz kuyruklu, yılan gibi zehri bulunan, doğum yapmak yerine yumurtlayan memelilerden olan doğanın en ilginç hayvanı “platypus”un gen haritasını çıkardı.

Araştırmacılar, Nature dergisinde bugün yayımlanan “platypus”un gen analizinin, aralarında insanların da bulunduğu memelilerin milyonlarca yıl önce nasıl evrim geçirdiğinin açıklanmasına yardımcı olmasını umuyor.

Platypus, kürkü olduğu ve yavrularını emzirdiği için memeli sınıfına giriyor. Kuyruğunu kunduz gibi sallayabilen bu hayvan, kuş gagası ve sürüngen zehrine sahip olma gibi özellikler de taşıyor. Genellikle su altında yaşayan bu hayvanlar, zehirlerini arka ayaklarında taşıyor.

ABD Ulusal İnsan Genome Araştırma Enstitüsünden Francis S. Collins, ilk bakışta bu hayvanın, “bir evrim kazası” olarak görülebileceğini, ancak bu hayvan ne kadar garip görünse de gen haritasının, memelilerin biyolojik süreçlerinin nasıl evrime uğradığının anlaşılması açısından çok değerli olduğunu bildirdi.

Bilim adamları bu araştırmanın, bu hayvanın çoklu özelliklerinin, farklı sınıflarda hayvanlarınkiyle kesişen karışık genleriyle DNA’sına yansıdığını gösterdiğini de belirtti.

Bilim adamları, tüm memelilerin sürüngenlerden geliştiğine ve platypus haline gelenlerle insan olanların 165 milyon yıl öncesine kadar aynı evrim yolunu paylaştığına inanıyor. Diğer hayvanlardan farklı olarak platypuslar, yılanların ve kertenkelelerin karakteristik özelliklerini korumuş. Bu özellikler arasında bu hayvanların erkeklerinde, çiftleşme anında rakibini kaçırtmak için arka ayaklarındaki acı veren zehri kullanması bulunuyor.

“Glennie” adında dişi platypustan toplanan DNA’nın kullanıldığı bu araştırmaya, ABD, Avustralya, Japonya ve diğer ülkelerden 100’den fazla bilim adamı katkıda bulundu.

Bilim adamları, platypusun genlerini insanın ve diğer memelilerinkiyle karşılaştırarak, memelilerin evrimiyle ilgili bilgilerdeki boşlukları doldurmayı umuyor.

Avustralya’ya özgü bir hayvan olan platypusların sayıları bilinmiyor. Postları için yıllarca avlanan bu hayvanlar, 1900’lü yılların başından bu yana koruma altında bulunuyor.

hayvanların ilginç özellikleri


1. Dünyanın en büyük timsahı 6 metre boyunda, ağırlığı ise 1 tondan fazla.
- Develerin 3 tane kaşı vardır.
- Istakozların kanı mavidir.
- Bir sineğin hızı saatte 8 km’dir.
- Sıçan, deveden daha uzun bir süre susuz kalabilir.
- Erkek güve, dişi güvenin kokusunu 14 km’den alabilir.
- Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabilir.
- Zürafa kulaklarını diliyle temizler.
- Çikolata köpekleri öldürebilir. Gerçek çikolata köpeklerin kalbini ve sinir sitemini olumsuz şekilde etkiler.
- Yarasalar bir mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.
- Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.
- ingiltere’deki bütün kuğular, kraliyet ailesine aittir.
- Kutup ayıları solaktır.
- Baykuş mavi rengini görebilen tek kuştur.
- Dünyada insan başına düşen karınca sayısı 1 milyondur.
- Dünyanın bir numaralı domuz üreticisi ve tüketicisi Çinlilerdir.
- Timsahlar dillerini dışarı çıkaramazlar.
- Bir karıncanın koku alma yeteneği, en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
- Hamam böcekleri yaklaşık olarak 250 milyon yıldır yaşadıkları halde, hiçbir değişime uğramamışlardır.
- Kediler ultrason seslerini duyarlar.
- Zürafa 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptir.
- Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunur.
- Dünyanın en büyük hayvanı mavi balinadır. Aynı zamanda hayvanlar aleminin en hızlı büyüyen hayvanıdır. Kilosu 22 ayda 26 tona kadar ulaşır.
- Dünyanın en hızlı hayvanı Leopar’dır. Hızı saate 100 km.’ye ulaşır.
- Dünyanın en hızlı kuşu Boğazlı Kırlangıçtır. 3 saniye süreyle saatte 128 km. sürate ulaşmıştır.
- iyi bakılan ve erken yaşlarda kısırlaştırılmış bir tavşan 8 ila 12 sene yaşar.
- Kediler 100 değişik ses, köpekler ise 10 ses çıkartabilir.
- Son 4 bin sene içerisinde herhangi yeni hayvan evcilleştirilmemiştir.
- Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
- Atlar bir aya kadar ayakta kalabilirler.
- Kedilerin her bir kulağında 32 adale vardır.
- Bir inek hayatı boyunca yaklaşık 200 bin bardak süt üretir.
- Karıncalar uyumaz.
- Her sene Amerika’daki hayvan bakım yerleri 30 bin kedi ve köpeği uyutma mecburiyetinde kalmaktadır.
- Hastalanmayan tek hayvan köpekbalığıdır.
- 2 bin 600 değişik cins kurbağa vardır.
- Yılanlar duyamaz.
- Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.
- Filler zıplamayan tek memelidir.
- Bir karıncanın koku alma yeteneği en az bir köpeğinki kadar gelişmiştir.
- Atların, insanlardan 18 tane fazla kemiği vardır.
- Fareler kusamaz.
- Yunuslar gözleri açık uyur.
- Kangurular geri geri yürüyemez.
- Zebralar beyaz üzerine siyah çizgilidir.
- Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.
- Sineklerin 5 gözü vardır.
- Sığırların dört tane midesi vardır.
- Zürafalar yüzemez.
- Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur.
- Dünyada en tehlikeli hayvan sivrisinektir, çünkü insan ölümüne en fazla sebep olan hayvandır.
- Tüm dünyadaki kedi ve köpekler yılda 11 milyar dolarlık mama tüketmektedir.
- insanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür.
- Kedi ve köpekler insanlar gibi ya sağ ellerini çok kullanırlar ya da sol.
- Kirpiler suda batmaz.
- Bir ıstakoz, ancak yedi senede, yarım kilo alabilir.
- Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır.
- Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere çarpar.
- Köpekbalıklarının kansere karşı bağışıklığı vardır.
- Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır.
- Büyükçe bir yunus günde 2 ton yiyecek tüketir.
- Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.
- Kediler şeker tadını ayırt edemezler.
FİZİK KURALLARINI BİLEN KELEBEKLER

Kelebeklerin görünümlerini herkes çok beğenir. Renkli kanatları, zarif uçuşları ile canlı birer süs gibi olan bu canlılar, Allah'ın bizim için yarattığı güzelliklerden biridir. Ancak elbette ki kelebeklerin tek özellikleri süslü dış görünüşleri değildir. Oldukça kısa ömürlü olan bu canlılar kimi zaman birer uzman gibi hesaplamalar yaparlar. Örneğin uçmak için -daha önce anlattığımız güvelerde olduğu gibi- kelebeklerin vücudunun belli bir sıcaklıkta olması gerekmektedir. Bunun için kelebeklerin neler yaptıklarını birlikte inceleyelim:

Colias kelebeği adı verilen bir tür, vücut sıcaklığı 28 dereceden düşük olduğunda uçamaz. Bu durumda kelebek hemen kanatlarını açar ve sırtını Güneş'e dönerek güneş ışınlarını dik alacak şekilde durur. Kelebek yeterince ısınıp vücut ısısı 40 0C kadar çıktığında kendi etrafında 90 derece döner. Böylece güneş ışınlarını yatay alır hale gelir. Bu hareket ile güneş ışınlarının ısıtıcı etkisi en aza indirilmiş olur. Dolayısıyla kelebeğin vücut ısısı düşmeye başlar.
Ayrıca bu cins kelebeklerin kanatlarında siyah lekecikler bulunur. Bu lekeler de ısıyı kelebeğin vücudunda toplamaya yarar. Ancak lekelerin bulunduğu yer herhangi bir yer değildir. Bunlar vücudun en çok ısınmaya ihtiyaç duyduğu yerlere yakın olarak yerleştirilmiştir. Bu tasarım sayesinde kanatlardaki çabuk ısınan lekeciklerden diğer bölgelere yapılacak olan ısı nakli kolaylaşır. Çünkü ısıyı aktarmak için aşılması gereken mesafe kısalmıştır.

Bir başka kelebek cinsi de vücut ısısını artırmak için benzer bir yöntem kullanır. Mercekleri hepiniz bilirsiniz. Kimileri cisimleri büyük göstermek için kullanılır, kimileri de küçük. Örneğin gözlük camları birer mercektir. Güneş ışığına tutulan mercek ise ısıyı belli bir noktada toplamaya yarar. Hatta bu yöntemle ateş yakmak bile mümkündür. Pieris cinsi kelebek ise kanatlarını öyle bir açıda ayarlar ki, tıpkı bir mercekteki gibi tüm ışınları vücudunun en çok ısınması gereken bölgelerinde toplayabilir.

Şüphesiz bu kelebekler hayatlarının hiçbir döneminde fizik ya da başka bir konuda eğitim almamışlardır. Merceğin ne gibi özelliklerinin olduğunu da bilmezler. Hangi açının güneş ışınlarını daha verimli alacağından da haberdar değildirler. Kelebeklere en verimli şekilde ısınmak için neler yapmaları gerektiğini ilham eden, herşeyi koruyan ve gözeten Allah'tır. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
... Allah herşeyi gözetleyip denetleyendir. (Ahzab Suresi, 52)

NÖBETÇİ BABA YAYIN BALIĞI

Balıkların yuva yaptıkları ve yavrularını sürekli bir koruma altına aldıkları pek bilinmez. Bu yuvalar genellikle çakılların veya kumun içinde açılan bir çukur şeklindedir. Yumurtalar bir süre bu açık yuvalarda gelişirler. Bu sırada anne ve baba balıklar yavrularını düşmanlarından korumak için nöbet tutarlar.
Yayın balıkları da yavrularını özel olarak koruyan canlılardandır. Dişi yayın balıkları yumurtalarını sığ sulardaki bitkilerin ve kamışların diplerine bırakırlar. Yumurtalar bitki köklerine yapışarak tutunur. Bir süre sonra dişi balık yumurtaların yanından ayrılır. Artık görev sırası erkek yayın balığına gelmiştir. Erkek balığın görevi yumurtaların yanında kalıp nöbet tutmaktır. Bu nöbet yavrular tamamen büyüyünceye kadar yani 40-50 gün boyunca devam eder.

Ayrıca erkek balık solungaçlarının yardımıyla çıkardığı homurdanmaya benzer bir sesle yumurtalara zarar vermek isteyen diğer balıkları oradan uzaklaştırır. Bu sesin diğer balıkları korkutacağını ve o ses nedeniyle oradan ayrılacaklarını bilmektedir.

Erkek yayın balıklarına yavrularını bu şekilde korumalarını emreden Allah'tır. Bu balık da diğer bütün canlılar gibi, sadece Allah'ın ilhamıyla hareket etmekte ve soylarının devamını sağlamaktadır.

IŞIK SAÇAN CANLILARIN ÖZELLİKLERİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Geceleri ağaçların üzerinde hareket eden ışıkları hiç gördünüz mü? Kimi zaman bir ağacı kaplayacak kadar çok olan bu ışıklar ateş böcekleridir. Ateş böcekleri ışık saçan canlıların en bilinenleridir. Gece karanlığında ağaçları aydınlatan ateş böcekleri bilim adamlarının üzerinde en çok araştırma yaptığı canlılardan biridir. Bunun nedenini biraz sonra detaylı olarak inceleyeceğiz. Ancak öncelikle bu canlıların ışığı nasıl kullandıklarından bahsedelim.

Ateş böcekleri vücutlarının içinde yeşil-sarı ışıklar üretirler. Işık, ateş böcekleri için haberleşme aracıdır. Işıkları ile çiftleşme mesajı verirler ya da düşmanlarına karşı savunma amaçlı bu ışığı kullanırlar. Düşmanları ateş böceklerinin tatlarının kötü olduğu mesajını ışıklara bakarak anlar ve onları yemekten vazgeçerler.

Bu böceklerin en önemli özellikleri ise ışıktan en çok verimi elde etmeleri ve neredeyse hiç enerji kaybetmemeleridir. Ateş böcekleri, bu özellikleri nedeniyle yıllardır bilim adamları için araştırma konusu olmuşlardır. Ancak sürdürülen tüm araştırma ve çalışmalara rağmen insanlar ateş böceklerinin ürettikleri kadar verimli bir ışık henüz üretememişlerdir.

Bir canlının ışık üretebilmesi, aynı zamanda da bu ışığın ısısından etkilenmemesi çok şaşırtıcıdır. Bunun nedenini şöyle açıklayabiliriz. Yanan lambaların ışığın yanında ısı da saçtığını siz de fark etmişsinizdir. Yanan bir ışık kaynağını örneğin bir ampulü ellemeye kalksanız, elinizin yandığını hissedersiniz. Bu durumda aklınıza nasıl olup da ateş böcekleri bu sıcaklıktan dolayı zarar görmüyorlar diye bir soru gelmiş olabilir. İşte şaşırtıcı olan da budur. Işık üreten canlılar kendi ürettikleri sıcaklıktan hiç etkilenmezler. Çünkü ışık saçan canlıların ürettikleri ışık, bizim aydınlanmak için kullandıklarımızdan tamamen farklıdır. Bu ışığa soğuk ışık denmektedir ve bu tür ışık üretiminde dışarıya ısı verilmez. Bu nedenle bu tür ışık üretimi çok verimlidir. Bilim adamları da yıllardır bu ışık türünü taklit etmeye çalışmaktadırlar.

Ateş böceklerinin yanı sıra çeşitli deniz altı canlıları, böcekler ve daha pek çok canlı türü de kendi ışıklarını kendileri üretirler. Her birinin ışığı üretim şekilleri, kullanım alanları, süreleri ve üretilen ışığın cinsi gibi özellikleri birbirinden çok farklıdır. Ve her biri ayrı birer harikadır.
Bu canlılara ışık üretebilecekleri sistemleri veren, bu sistemlerin devamlılığını sağlayan ise elbette canlıların kendileri değildir. Tesadüfler sonucunda ışık üretebilecek bir sistemin canlının bedeninde meydana gelmesi mümkün değildir.

Üstelik bu üretimi yaparken canlının kendine hiçbir zarar vermeyecek kadar mükümmel bir yapının ortaya çıkması da mümkün değildir. Işık saçan tüm canlılar Allah'ın üstün yaratma sanatının delillerindendir. Allah sonsuz bilgi, akıl ve kudretinin delillerini, yarattığı canlılar vasıtasıyla bizlere tanıtmaktadır. Aynı zamanda insanlara, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, doğadaki bu kusursuz mekanizmaları Rabbimizin dilemesi dışında var etmeye güçleri yetmeyeceğini hatırlatmaktadır.

IŞIK ÜRETEN DENİZALTI CANLILARI

Resimlerde gördüğünüz bu canlılar kapkaranlık olan derin denizlerde Allah'ın onlara verdiği ışık saçma özellikleri sayesinde yaşamlarını sürdürürler.
Resimlerde gördüklerinize benzer pek çok deniz altı canlısı da ateş böcekleri gibi ışık üreten sistemlere sahiptir. Genellikle de ışıklarını düşmanlarını şaşırtmak ya da korkutmak için kullanırlar. Bu canlıların hemen hepsinin sırtında tıpkı kumaşlardaki dikiş yerine benzeyen şeritler halinde yerleştirilmiş, ışık üretebilen hücreler bulunmaktadır. Şimdi bu canlıların genel özelliklerini tanıyalım:

Bunlardan bir tür, görünüm olarak denizanalarına benzeyen canlılardır. Genellikle gözle görülemeyen bitkiler ve küçük deniz hayvanları ile beslenirler. Bazıları avlarını tıpkı balık oltası gibi suda hareket eden yapışkan dokunaçları ile yakalar. Bir başka türün ise çok geniş bir biçimde açılabilen, pek çok canlıyı yutabilen bir ağzı vardır. Vücudunda sıra halinde ince tüyler bulunur ve hayvan bu tüylerini suda kendini ileri doğru itebilmek için kullanır.

Işık saçan canlı türlerinin de kendi içlerinde ilginç özellikleri vardır. Örneğin kırmızı türleri dokunulduğunda parlar. Aynı zamanda suya parıldayan, ışıklı taneler bırakabilir. Bu, düşmanlardan kurtulmak için kullanılan bir şaşırtma yöntemidir.

Denizyıldızları, denizkestaneleri, tüylü yıldızlar gibi canlılar ise "dikenli hayvanlar" olarak adlandırılır. Bu hayvanların birçoğunun derisi savunma amacıyla kullandıkları keskin dikenlerle kaplıdır. Deniz kıyılarında, mercan kayalıklarında ve deniz yataklarında yaşarlar. Bu canlılar da düşmanlarından korunmak için kendi ışıklarını üretirler. Parlak kollara ya da omurgalara sahip olan bu canlılar bir saldırıya uğradıklarında suda ışık bulutları oluşturabilirler.

"Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi
O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar.
Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur;
bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en
yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır,
hüküm ve hikmet sahibidir."
(Rum Suresi, 26-27)

Işık üreten deniz altı canlılarının en ilginç özellikleri ise ışıklarını, yanıltmak için kullanmalarıdır. Bu konuda örnek olarak bir denizyıldızı türünü verebiliriz. Bu denizyıldızı denizin yaklaşık 1.000 m dibinde yaşamaktadır. Kollarının ucundan parlak yeşil-mavi ışıklar saçar. Işıklı uyarısı düşmanlarına kötü bir tadı olduğunu bildirmek içindir. Yine başka bir denizyıldızı türü ise kendisine saldırıldığında parlamaya başlar ve düşmanı uzaklaştırmak için kollarından birini düşmana doğru fırlatır. Kopan kol beyaz ışık saçmaya devam eder ve düşmanın dikkati kola yönelir. Denizyıldızı da bu sırada kaçabileceği kadar vakit kazanmış olur.

Burada verdiğimiz birkaç örnekte de görüldüğü gibi canlılardaki ışık üretme mekanizmaları da Allah'ın yaratışındaki muhteşemliği bize göstermektedir. Burada söz ettiğimiz canlılar, suyun altında yaşayan, çoğu zaman vücutlarının çoğu sudan oluşan, bir akla ve bilince sahip olması mümkün olmayan canlılardır. Ama her biri okuyanları hayrete düşürecek, harika özelliklere sahiplerdir. Bu da bize göstermektedir ki; Allah hiçbir örnek edinmeksizin yaratandır. Bu örnekler Allah'tan başka ilah olmadığını, Allah'ın herşeyin yaratıcısı olduğunu anlamamız içindir. Bu gerçeği anlayan kişi Allah'ın sınırsız gücünü de anlayacak ve yaşamını yalnızca Allah'ı hoşnut edecek şekilde geçirmek için çalışacaktır.
Unutmayın ki Allah bir ayette Kendisinden başka ilah edinmeye kalkışanların yapayalnız kalacaklarını bildirmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Allah ile beraber başka ilahlar edinme, yoksa kınanmış ve kendi başına (yapayalnız ve yardımcısız) bırakılmış olursun. (İsra Suresi, 22)

PAPAĞAN BALIĞININ UYKU TULUMU
Resimde gördüğünüz balığın adı -sizin de fark ettiğiniz nedenden yani papağana benzemesi yüzünden- papağan balığıdır. Rengarenk bir görünümü olan bu balık, düşmanlarından korunmak için çok farklı bir yöntem kullanır. Özellikle geceleri kendi ürettiği jelatin benzeri bir madde ile tüm vücudunu kaplar. Aklınıza gelen "neden?" sorusunun cevabını vermeden önce bu maddenin nasıl üretildiğine ve kullanıldığına bir bakalım.

Papağan balığının kılıfı balığın solungaç boşluğunun üst kenarında bulunan bir yerden salgılanır. Balık bu işlemi nefes alıp verirken yapar. Bir süre sonra bu kılıf, balığın tüm vücudunu sarar. Bu sayede balık kendini bir nevi uyku tulumunun içine sokmakta ve gece olduğunda kendisini dış etkenlere karşı koruyabilmektedir. Bu madde aynı zamanda balığın kamuflaj yaparak gizlenmesini de sağlar. Şeffaf uyku tulumunun en önemli fonksiyonu da balığı en büyük düşmanlarından olan müren balıklarına karşı korumaktır. Mürenler olağanüstü hassas bir koku alma yeteneğine sahiptirler ve avlarını bu yetenekleri sayesinde bulurlar. Fakat papağan balığının koruyucu kılıfı sayesinde müren balığı, onun kokusunu alamaz. Hatta yanından geçerken kılıfın içindeki balığa çarpsa bile onu fark edemez.

Bu durumda şunu düşünmek gerekir: Papağan balıkları geceleri kullandıkları bu koruyucu kılıfı nasıl elde etmişlerdir? Baş düşmanları olan müren balıklarının koklayarak avlandığını nereden bilmektedirler? Mürenlerin kuvvetli koku alma duyusunu durdurabilecek ve geceyi rahatlıkla geçirmelerini sağlayacak böylesine önemli bir maddeyi nasıl keşfetmişlerdir?

Kimyevi bir maddeyi kendi vücudunda üretip, sonra da kendisini bu maddeyle kaplamayı bir balığın akletmesini, planlamasını beklemek elbette ki mümkün değildir. Böyle bir şeyin zaman içinde kendiliğinden meydana gelmesi de mümkün değildir. Nasıl ki resimdeki papağan balıkları böyle bir maddeyi üretmeyi kendi bilinçleriyle planlayıp, vücutlarında böyle bir sistemi kendi iradeleriyle oluşturamazlarsa, bundan 1.000 sene önce ya da 10.000 sene önce yaşamış bir papağan balığı da bunu yapamaz.

Balığın vücudunun düşmanına karşı çok uygun bir jelatinle kaplanmış olması çok usta bir kamuflaj yöntemidir. Böyle bir özelliğin ancak bilinçli bir tasarım sonucunda oluşabileceği ise çok açıktır. Bu bilinç de, balığa ya da başka herhangi bir varlığa değil, tüm bunları var edip düzenleyen Allah'a aittir.

Bitkilerin Ilginç özellikleri

Zamanı ölçebilme yeteneği genelde insanın dışında diğer canlılarda bulunmasının beklenmediği bir özelliktir. Bunun sadece insanlara özgü olduğu düşünülebilir ama hem bitkiler hem de hayvanlar, zamanı ölçme mekanizmasına yani "biyolojik bir saate" sahiptirler:

BİTKİLERDEKİ BİYOLOJİK SAAT

Bitkilerin zamana bağlı hareketlerinin ilk defa anlaşılması 1920'lere dayanmaktadır. Bu yıllarda Almanya'da iki bilimadamı Erwin Buenning ve Kurt Stern fasulye bitkisindeki yaprak hareketlerini inceliyorlardı. İncelemeleri sonunda gördüler ki, bitkiler gün boyunca yapraklarını güneşe doğru uzatıyorlar, geceleri de tam dikey olarak yapraklarını büzüp uyku pozisyonuna geçiyorlardı.

Bu bilimadamlarından yaklaşık iki yüzyıl önce de Fransız Astronom Jacques d'Ortour de Marian da bitkilerin böyle düzenli bir uyku ritmine sahip olduklarını gözlemlemişti. Karanlık bir ortamda ısı ve nem ayarlaması yapılarak tekrarlanan deneylerde bu durumun değişmemesi, bitkilerin içlerinde zaman ölçen bir sistemlerinin olduğunu göstermişti.

Bitkiler belirli faaliyetleri için belirli zamanları seçerler. Bunu da güneş ışığındaki değişimlere bağlı olarak yaparlar. İçlerindeki saat güneş ışığıyla kurulduğu için ritmik hareketlerini 24 saat içinde tamamlarlar. Bitkilerin ritmik davranışlarının haftalarca sürdüğü de olabilir.

Yapılan ritmik hareketler ne kadar sürerse sürsün değişmeyen bir nokta vardır. Bu hareketler her seferinde bitkinin yaşaması ve neslinin devamı için, hep en uygun zamanlamada gerçekleşir. Ve bu hareketlerin başarıyla tamamlanabilmesi için birçok karmaşık işlemin bir şekilde meydana gelmesi gerekir.
Örneğin birçok bitkide çiçeklenme yılın belli bir zamanında olur. Çünkü bu zamanlar bitkinin çiçeklenmesi için en uygun zamanlardır. Bitkilerin bu zaman ayarlamalarını yapan saatleri, güneş ışığının yapraklara düşme süresini de hesaplar. Her bitkinin biyolojik saati bu süreyi bitkinin kendi yapısal özelliğine göre hesaplar. Yapılan hesap ne olursa olsun çiçeklenme en uygun zamanda gerçekleşir. Bu şekilde bir zaman ayarlaması yapan soya fasulyesi üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, bu bitkilerin ne zaman ekilirlerse ekilsinler her zaman yılın aynı zamanlarında çiçek açtıkları görülmüştür.


Bitkiler çiçeklenmenin dışında daha birçok faaliyetlerinde mükemmel zamanlamalar kullanırlar. Örneğin gelincik çiçekleri polenlerini yayma zamanlarını, polen taşıyıcıların en yoğun şekilde dolaştıkları günlere ve saatlere denk getirirler. Yine her bitki için bu günler ve saatler değişir. Ama sonuçta her bitki yaptığı zaman ayarlamasıyla en garantili biçimde polenlerini yaydırır. Gelincik çiçekleri Temmuz ile Ağustos aylarında sabah 05.30 ile 10.00 saatleri arasında polenlerini yayarlar. Bu saat, arıların ve diğer böceklerin de beslenmek için dışarıya çıktıkları saatlerdir. Burada bitki, kendi özellikleri dışında bir de diğer canlıların özelliklerini en ince ayrıntısına kadar hesaba katmalıdır. Bu bitki kendisini dölleyecek olan canlıların yuvalarından çıkacakları zamanı, katedecekleri yolun süresini ve beslenme saatlerini tam olarak bilmelidir. Bu durumda akla şu soru gelecektir: Bütün bu "bilgilere" sahip olan ve gerekli "hesaplamaları" yapan "diğer bir canlının özelliklerini analiz eden" ve bir bilgisayar merkezini andıran bu saat, bitkinin neresindedir?

Bilim adamları bitkiler dışındaki canlılardaki biyolojik saatin, genel olarak hipofiz bezinin etkisiyle oluştuğunu düşünmektedirler. Fakat bitkilerdeki bu mükemmel zaman ölçme sisteminin nerede bulunduğu onlar için hala tam bir sırdır.

BİTKİLERDEKİ SAVUNMA STRATEJİLERİ

Bitkiler de kendilerini düşmanlarından bir şekilde korumak zorundadırlar. Bu korunma her bitki türüne göre çeşitlilik gösterir. Örneğin bazı bitkiler, parazitlere ve böceklere karşı çeşitli salgılar üreterek düşmanlarıyla mücadele ederler ve kendilerini ancak bu şekilde korurlar. Bir numaralı savunma silahları olan zehirli kimyasal salgılarını gereği gibi kullanabilmek için bitkiler çok çeşitli stratejiler kullanırlar. Örneğin, mantar ve salatalıkların zehirli uçları vardır ve bunları saldırı anında harekete geçirirler. Bu tam teçhizatlı savaşın başka bir örneği de çınar ağaçlarında mevcuttur. Çınar ağacı, yapraklarından salgıladığı bir öz su yardımıyla, gövdesinin altındaki toprağı sistemli bir şekilde zehirler, öyle ki bu zehirden sonra, toprağın üstünde küçücük bir ot bile yetişemez. Bu zehirli maddeyi bünyesinde barındırmasına rağmen çınar ağacı kendisi bundan herhangi bir zarar görmez.



Saldırıya uğradıklarında bulundukları ortamdan uzaklaşmalarını sağlayacak ayakları veya savaşacak herhangi bir organı olmayan bitkiler düşmanlarına karşı sadece salgılarla karşılık vermezler, bunun yanı sıra pek çok savunma mekanizması ile birlikte yaratılmışlardır. Bu mekanizmaların içinde haberleşme yeteneği de vardır. Bazı bitkiler, ısırılan bölgeden kendilerini ısıran böceğin sindirim sistemini bozucu ve ona sahte tokluk hissettiren bir sıvı salgılar. Aynı zamanda yaprak hasar gördüğü yerden "jasmonik asit" denen bir tür asit de salgılayarak diğer yaprakların saldırıdan haberdar olmalarını ve savunmaya geçmelerini sağlar.

Mısır ve fasulye bitkileri ise düşmanlarından korunmak için parazit yaşayan eşek arılarını adeta paralı asker gibi kullanırlar. Yapraklarına tırtıl dadandığında özel bir kimyasal salgı salgılayan bu bitkiler eşek arılarını bulundukları yere toplarlar. Eşek arıları da larvalarını bitkiye saldırmış olan tırtılların üstlerine bırakırlar. Büyüyen eşek arısı larvaları tırtılların ölümüne neden olur bu da bitkinin kurtulmasını sağlar. Bitkilerin bazıları ise aleolu kimyasal bileşikleri yapılarında bulundururlar. Bunlar böcek ve hayvanlar için bazen çekici, bazen korkutucu, bazen alerji yapıcı, bazen de öldürücü olarak etkilerini gösterirler.

Örneğin kelebekler çalı çiçekli bitkilere yanaşmazlar. Çünkü bu tür çiçekler savunma sistemlerinin içinde "sinigrin" adlı bir zehir maddesi bulundururlar. Buna karşın kelebekler zehir maddesi taşımadıklarını bildikleri salkım çiçekli bitkileri tercih ederler. Kelebeğin bunu tecrübe ederek öğrenmesi imkansızdır. Bitkinin tadına bakması kelebeğin sonu olacaktır. O halde bu bilgiyi kelebekler farklı bir şekilde elde etmektedirler.
Akçaağaçların, özellikle şeker akçaağacının genç sürgünlerini ve yapraklarını zararlı canlılardan koruma düzeni çoğu zaman insanların ürettikleri böcek öldürücülerden çok daha etkilidir. Şeker akçaağacı, gövdesinde bol şekerli öz su olmasına rağmen, yapraklarına "tanen" denen bir maddeyi gönderir. Bu, böcekleri rahatsız eden bir maddedir. "Tanen"li yaprakları yiyen böcekler kurtulmak için hemen daha az tanenli üst yapraklara çıkarlar. Oysa üst yapraklar kuşların en çok uğradıkları yerlerdir. Buraya kaçan böcekler kuşlar tarafından avlanırlar. Şeker akçaağacı bu stratejisi sayesinde böcek saldırılarından az zarar görerek kurtulur.

Orta ve Güney Amerika'da yetişen bir asma bitkisi siyah ve yeşil tırtıllar ve kırmızı kelebekler için çok ideal ve çekici bir yiyecek türüdür. Öyle ki bu böcekler, yavrularının yumurtadan çıkar çıkmaz bu lezzetli yiyecekle beslenebilmeleri için, yumurtalarını asma bitkisinin yaprakları üzerine bırakırlar. Yalnız burada çok önemli bir nokta vardır. Bu kelebekler yumurtalarını bırakmadan önce asmanın yapraklarını iyice kontrol ederler. Eğer bir başka hayvan yumurtalarını yerleştirmişse, aynı bitkinin yapraklarından birden fazla ailenin bireylerinin beslenmesi zor olacağından, orayı tercih etmez ve boş olan başka yaprakları ararlar.

Böceklerin tercihinin bu yönde olması bitki için oldukça büyük bir avantajdır çünkü asma bitkisi saldırıdan korunmak için böceklerin bu seçiciliğinden faydalanır.

Asma bitkisinin bazı cinsleri, yapraklarının üst kısımlarında, yeşil yumrucuklar oluştururlar. Bazı türleri ise, yaprağın altında bulunan, dal ile birleşme yeri üzerinde, kelebeklerin yumurtalarına benzer renkte lekecikler meydana getirirler. Bunu gören tırtıl ve kelebekler, başka böceklerin kendilerinden evvel bu yaprakların üzerine yumurtladıklarını zannederler ve bitkiye yumurtlamaktan vazgeçerek, kendilerine yeni yapraklar aramaya başlarlar.

Yapraklarını böylesine inanılmaz bir yöntemle koruma altına almış olan asma bitkisi, herkesin bildiği gibi topraktan çıkan ve kuru bir dal ile yapraklardan oluşan bir bitkidir. Bu bitki herhangi bir akıl, hafıza ve teşhis kabiliyetine sahip değildir. Kendisinden tamamen farklı bir canlının, bir böceğin özelliklerini, tercihlerini, yumurtlarının şeklini bilmesine kesinlikle imkan yoktur. Ama görüldüğü gibi asma bitkisi böceğin, hangi şartlarda yumurtalarını bırakmaktan vazgeçip de başka bir bitkiye yöneleceğini bilmekte, ayrıca kendi yapraklarında bu yumurtalara benzer desenler oluşturmakta ve çeşitli değişiklikler yapmaktadır. Asma bitkisinin, herhangi bir böceğin yumurtalarını taklit edebilmesi için neler yapması gerektiğini birlikte düşünelim. Taklit, zeka gerektiren bir yetenektir. Bu nedenle bitki bir zekaya sahip olmalı, bu yumurtaları görüp idrak etmeli ve hafızasına bunu yerleştirmelidir. Daha sonra bu özelliklerini, bazı sanatsal kabiliyetleri ile birleştirip, kendi bünyesinde çeşitli değişiklikler oluşturup böyle bir savunma taktiği geliştirmelidir. Elbette ki bu saydıklarımızın hiçbiri, bir bitki tarafından gerçekleştirilmiş olması, ya da çeşitli tesadüfler sonucunda ortaya çıkması mümkün olan şeyler değildir.

İLGİNÇ BİTKİLERDEN BİRKAÇ ÖRNEK

Arum zambağı döllenmeye hazır hale gelince keskin kokulu bir amonyak gazı (NH3) yaymaya başlar. Çiçeğin son derece ilginç bir yapısı vardır. Polenlerinin bulunduğu bölüm, beyaz yapraklı yapının içinde dip taraftadır ve dışarıdan görünmez. Bu yüzden sadece koku yaymak böceklerin dikkatini çekmek için yeterli değildir. Polenler döllenmeye hazır olduğunda zambak saldığı kokuyla birlikte çiçeğinin dışta kalan bölümünü de ısıtır. İşte bu yalnızca aydınlık saatlerde ve bir gün içerisinde gerçekleşen ısınma ve koku böcekler için çok çekicidir. Bu ısı ve koku nasıl ortaya çıkıyor sorusunu cevabını bulmaya çalışan bilim adamları bitkinin ****bolizmasında gerçekleşen hızlanma sonucunda ortaya özel bir asit çıktığını bulmuşlardır.

Glutanamik asit denen bu maddenin kimyasal yollarla parçalanması sonucunda çiçeğin yaydığı ısı ve koku oluşur. Bu sayede böcekler çiçeğe gelirler. Ne var ki böcekler için bu yeterli değildir çünkü arum zambağının polen tozları dipte kapalı torbacıklarda bulunur. Çiçek buna da hazırlıklıdır. Yağlı olan dış yüzeyi sebebiyle gelen böcekler kayarak aşağı çiçeğin içine düşerler ve bir daha da kaygan duvarlardan yukarı tırmanamazlar. Bulundukları bölümde çiçeğin dişi organlarının ürettiği şekerli bir sıvı vardır. Ayrıca gece olunca polenlerin kapalı olduğu torbacıklar da açılır ve böcekler bunlara bulanırlar. Böcekler çiçeğin içinde bir gece kalırlar. Sabah olunca çiçeğin üzerinde bulunan dikenler bükülerek böceklerin yukarı tırmanması için merdiven işlevi görürler. Merdivenden tırmanan böcekler, özgürlüklerine kavuşur kavuşmaz görevlerini yerine getirmek için dölleyici polen yükleriyle birlikte başka bir zambağa giderler.

İlgi çekici bir güzellikte olan Passiflore çiçeği, yaprakları üzerinde yer alan küçük iğneler sayesinde düşmanı olan tırtıllara karşı koyabilmektedir. Bu iğneler, yumurtadan çıkan tırtılların en ufak bir yer değiştirmesi halinde bedenlerine saplanır. Böylece, passiflore çiçeği, bu tırtıllar henüz doğup ona zarar vermeden önlemini almış olur.



Resimde görülen bu canlı kayalar gerçekte toprağın altında gizlenmiş olan bir bitkinin etli yapraklarıdır. Çiçek açmadığı zamanlarda bir kayadan farksız olan taş kaktüs bitkisi aslında gerçek bir kaktüs değildir. Kayaya benzeyen görünüşü onun düşmanlarından çok iyi bir şekilde korunmasını sağlar.

Küstüm otunun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır. Bu da böcekleri kaçırmak için yeterlidir. Bitkideki bu hareketi gerçekleştiren mekanizma elektrik akımlarıyla başlar. Bu akım aynı insan vücudundaki sinirlerden geçen akım gibidir. Bitkinin reaksiyonları bizde olduğu kadar hızlı değildir. Bununla birlikte bitki özünü taşıyan kanallar aracılığıyla iletilen elektrik sinyalleri 30 santimetrelik mesafeyi bir-iki saniye içinde geçer. Isı ne kadar yüksek olursa, reaksiyon o kadar hızlı olur. Her bir yaprağın dibi (yaprağın sapıyla birleştiği yerde), oldukça şişkindir. Buradaki hücreler sıvıyla doludur. Uyarı buraya ulaştığı zaman, yaprağın dibindeki şişkinliğin alt yarısı aniden suyunu boşaltır ve aynı anda diğer üst yarı, bu suyu kendi bünyesine alır. Ve yaprak aşağıya doğru düşer. Böylece uyarı saplar boyunca ilerlerken, yapraklar domino taşları gibi teker teker, ardı ardına kapanır. Bu şekilde bir savunma hareketinden sonra, bitkinin tekrar hücrelerini doldurup, yapraklarını açabilmesi için 20 dakika gereklidir





Pek çok hayvanın burnu insanlarınkinden daha işlevseldir. Hayvanlar alemindeki canlılar, burunlarını koku almanın yanında yiyecek aramak, avlanmak, kendi aralarında haberleşmek, yön bulmak, eşlerinin, yavrularının yerini belirlemek için de kullanırlar. Kuşlar, memeliler, sürüngenler, balıklar, böcekler ve diğer hayvanlar yaşadıkları ortamlara en uygun koku alma sistemleriyle donatılmışlardır.

Avlanmaya Yarayan Bir Burun: Yarasa Burnu

Yaklaşık olarak 950 türü bilinen yarasaların üçte biri, avlarını bulmak için 10-100 kilohertz arasında değişen ses dalgalarını üretirken burunlarını kullanırlar. Yüce Allah'ın özel olarak yarattığı yarasaların burnu, her türün kendine özgü olan ve “burun yaprağı” denen özel deri kıvrımlardan oluşmuştur. Yarasa bu burun yaprakları sayesinde çıkarttığı ses titreşimlerini bir grup halinde yoğunlaştırır ve bir baş hareketi ile yönlendirip, avının yerini çok kolay bir biçimde tespit edebilir. Etle beslenen yarasalar gibi, bitkilerle beslenen yarasalar da çiçek yapraklarını ayırıp yolmak ve bu sayede polene çok daha kolay ulaşmak için burunlarını kullanırlar. Burada dikkat çekici olan nokta, her çiçek tipi için uzmanlaşmış bir yarasa türünün o çiçeğin özelliklerine uygun burun yapısına da sahip olmasıdır. Yüce Allah yarasaların burunlarını, bir odanın kilidini açan tek bir anahtar gibi muhteşem bir çeşitlilikte yaratmıştır. Bats and Tehir Flowers

Arıtma Sistemine Sahip Bir Burun: Deniz İguanasının Burnu

Burnun önemli görevlerinden biri de arıtmadır. Arıtma sistemi çok kompleks olan burunlardan birine Galapagos adalarında yaşayan bir deniz iguanası sahiptir. 15 metre kadar derine dalabilen ve deniz yosunları ile beslenen bu hayvan, tuzlu deniz suyunu yuttuğu halde aşırı tuz zehirlenmesine uğramaz. Çünkü vücudunda biriken tuzu iki küçük burun bezine sahip burnu aracılığı ile hafif bir ıslık sesi çıkartarak dışarıya atar.

Koku ve Isı Algılamaya Yarayan Bir Burun: Yılan Burnu

Yılanların kafalarının yanında iki delik biçiminde olan burunlarının koku alma duyusu çok komplekstir. Burun boşluğunda koku hücrelerinden başka iki organ daha bulunur. Ağız tavanında bulunan bu iki delikli organın adı Jacopson organıdır; yılan, dili ile topladığı koku moleküllerini dilini içeriye çektiği zaman bu organa değdirir ve kokuyu algılar.

Crotalidae familyasındaki yılanların gözle burun deliği arasında bir çukurluk vardır. Bu çukurların içi duyusal doku ile kaplıdır. Yılan, ısıya duyarlı bu organı bir termal kamera gibi kullanır ve uzaktaki bir hayvanın ısısını algılayabilir. Bazı yılanlarda bu organ o kadar hassastır ki 10C'nin yüzde birini bile ayırt edebilir. Yılanların, kokuları ve ısıyı algılamadaki mükemmel sistemleri Yüce Allah'ın kusursuz ve benzersiz yaratma sanatına çok güzel bir örnek oluşturur. ("The Infrared receptors of snakes", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, ss.66-70.)

Su Geçirmez Özelliğe Sahip Bir Burun: Balina Burnu

Denizde yaşamasına rağmen akciğerleri ile solunum yapan canlılardan olan balina, suyun derinliklerine daldığında burun delikleri "hava ve gaz (pnömatik) çukurları sistemi" sayesinde su geçirmez bir özellik kazanır. Balina su yüzüne çıktığında burun delikleri tekrar açılır ve oksijeni alır.

Balinaların burun deliklerinin kafasının üst kısmında bulunması ise Yüce Allah'ın üstün yaratışının bir başka örneğini oluşturur. Eğer burun delikleri başının iki yanında olsaydı, balina nefes almak için her seferinde başını dışarı çıkarmak zorunda kalacaktı. Balina gibi çok ağır ve iri cüsseli bir hayvan içinse kuşkusuz bu işlem oldukça zor olurdu. Ancak burun delikleri kafalarının üstünde yer aldığından, balinalar su yüzeyine hafifçe çıkarak solunumları için gerekli havayı kolayca alırlar.

Klima Görevi Üstlenen Bir Burun: Deve Burnu

Burnun solunum sistemi ile ilgili olarak, nefes alındığında havanın ısıtılması ve nemlendirilmesi gibi iki önemli görevi vardır. Burnun iç yüzeyini kaplayan mukus tabaka, su buharı salgılayarak giren havayı nemlendirir. Mukus tabakanın hemen altında yer alan çok sayıdaki kılcal damar da geçiş sırasında havanın ısınmasını sağlar. Böylece hava, akciğerlerin hassas yapısı için en uygun hale gelir. Normal iklim koşullarında burun bu çalışma mekanizmasında herhangi bir sorunla karşılaşmazken çöl gibi sıcak ve kuru bir ortamda ciğerlere gidecek havanın ısısını ve nemini çok iyi kontrol etmesi gerekir. İşte deve burnu da bu zor koşullarda tıpkı binaların sıcaklık ve nem ortamını düzenleyen gelişmiş bir klima sistemi gibi çalışarak, bu canlının solunumu için gerekli havayı düzenler.

Devenin burnu çok sayıda köklere ayrılmış kanallardan oluşur. Yaşadığı sıcak bölgelerde havadaki nem miktarı oldukça azdır. Bu nedenle soluduğu havadaki suyu kaybetmemesi gerekir. İşte bu nedenle devenin burnu çok büyük, kıvrımlı, süngerimsi bir dokuyla kaplıdır. Deve kıvrımlı süngerimsi burun mukozası sayesinde, havadaki nemin % 66'sını tutabilmektedir. Burnun nemi emme özelliği sayesinde nefes aldığında çölün 40oC'yi aşan ısısını, 20oC'ye düşürerek akciğerlere yollamaktadır.

Deve burnunun bir diğer özelliği ise şiddetli kum fırtınalarına karşı kum girmesini engellemek için tıpkı gözlerini kapatır gibi burun deliklerini de kapatabilmesidir. Yüce Allah burnu gibi daha pek çok olağanüstü özellikleriyle birlikte yarattığı bu hayvana

“Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı?” (Gaşiye Suresi, 17) ayeti ile dikkat çekmiştir.

Balıkların Yön Bulmaya ve Uyarmaya Yarayan Burunları

Balıkların burunları kara hayvanlarında olduğu gibi solunum işine yaramaz. Ancak balığın gözü ile ağzı arasında bulunan her iki yanında bir çift delikten oluşan burun deliklerinin içindeki boşlukta koklama kapsülleri bulunur. Yüzme sırasında su, ön delikten girer ve koklama kapsülünden geçtikten sonra arka delikten çıkar. Özellikle de sürü halinde gezen balıklarda bu organ, balığın kendi sürüsünden birinin ya da düşmanın kokusunu ayırt etmede kullanılır. Çünkü bazı balıkların yaralandığında derisinden salgılanan koku maddesi, sürünün diğer üyeleri tarafından algılanarak, ortamda düşmanın var olduğunu anlamalarını sağlamaktadır.

Somon balıkları da bulundukları ırmaktan 800 km açıldıkları halde hassas koku alma sistemleriyle, yumurtadan çıktıkları akarsuların kokusunu algılayarak yine eski yerlerine gelip yumurtlayabilmektedirler.

Okyanustaki akıntılar dünyanın manyetik alanının etkisiyle güçlü elektrik alanları oluştururlar. İşte bu elektrik alanlarından oluşan akıntılar, bir köpek balığı için okyanusta belirgin otoyollar gibidir. Çünkü köpek balıklarının kafalarında ve burunlarında elektrik alanlarına hassas olan çukurlar vardır.

Fener balıkları ve yarasa balıklarının burunlarının altında, olta olarak kullandıkları küçük deri parçaları vardır. Bu oltayı kullanarak diğer balıkları, yengeçleri, kurtçukları ve deniz taraklarını avlarlar.

Hayvanların burunları koklama dışında kimi zaman klima, güvenlik, arıtma mekanizmaları, karşı cinsi etkileyen bir araç, avlanmak için bir silah olabilecek mükemmel birer mühendislik harikasıdır. Burada sadece birkaç örneğini verebildiğimiz söz konusu sistemlerin tesadüfler sonucunda oluşmaları ve her bir hayvan türünde onların ihtiyaçlarına cevap verecek estetik bir organ biçiminde ortaya çıkması elbette imkansızdır. Hayvanların burunları da diğer tüm organları gibi, Yüce Allah'ın kusursuz ve uyumlu yaratışının delillerindendir. Yüce Allah gökten yere herşeyi mükemmel bir biçimde yarattığını ayetlerde şöyle bildirmektedir:

“... Göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.



İsimleri ilginç, şifaları müthiş bitkiler

''Havacıva Otu'', ''Abdestbozan Otu'', ''Unutmabeni Çiçeği'', ''Venüssaçı'', ''Dulavrat Otu'', ''Ebu Cehil Karpuzu'' ve ''Baldırı Kara'', mide rahatsızlıklarından, ishale, kabızlıktan, açık yaralara kadar pek çok hastalıkta yararlanılan bitkiler arasında yer alıyor.
İlginç isimlere sahip bitkilerden ''Adam Otu'', ismini, köklerinin insan vücuduna benzemesinden alıyor.
''Bit Otu'', bit ve kene gibi parazitleri öldürmede, ''Danabağırtan'' hayvan hastalıkların tedavisinde kullanıldığı, ''Deniz Kadayıfı'' ise deniz kıyısında yetiştiği için bu isimlerle anılıyor.
Bazı ilginç isimli bitkiler ve özellikleri şöyle:
-Abdestbozan Otu: Gülgillerden, siyah ve yeşil boya çıkartılan bitkidir. Rutubetli yerlerde yetişir. Boyu 70 santimetreye ulaşır. Mide rahatsızlıklarında kullanılır.
-Acı Ağaç: Sedefotugillerden, 2-3 metre boyundaki bitkinin, ince kabuklarının üzerinde sarı benekler bulunur, çiçekleri kırmızıdır. Sıcak ülkelerde yetişir. Mide, bağırsak, karaciğer ve böbreklerin çalışmasını düzenlemede yardımcıdır.
-Adam Otu: Mavimsi-mor renkli çiçekler açan, rozet yapraklı ve kazık köklü çok yıllık otsu bir bitkidir. Kökleri insana benzediği için, bu isim verilmiştir. Ağrı kesici ve yatıştırıcı etkileri bulunur.
-Ayı Üzümü: Fundagillerden, küçük taneler halinde kırmızı renkli yemişleri bulunan ve tüylü bitki, 1-3 metre yüksekliğindedir. Çiçekleri pembe salkımlar halindeki Ayı Üzümünün, ishal kesici, idrar yollarını temizleyici etkileri vardır.
-Baldırı Kara: Eğreltiotugillerden, nemli yerlerde yetişen bitkinin yaprakları at yelesini andırır. Grip ve soğuk algınlığında rahatlatıcı etki yaratır.
-Binbirdelik Otu: Çalılık ve fundalıklar arasında yetişen, uzun ömürlü, otsu bir bitkidir. 30-80 santimetre boyunda, gövdesi dört köşeli bitkinin, yaprakları sapsız, çiçekleri parlak sarı renktedir. İdrar ve balgam söktürdüğü, iştah açtığı bilinir.
-Bit Otu: 1-1.5 metre boyunda, tüylü bir meyvesi olan ve Mayıs-Haziran aylarında mavi-mor çiçekler açan bir bitkidir. Çok zehirli olduğundan dahilen kullanımı bugün terk edilmiştir. Önceleri tetanos, kuduz, sara gibi hastalıklarda yatıştırıcı olarak kullanılıyordu. Bugün bit, kene gibi vücut parazitlerini öldürmede kullanılır.
-Çavdar Mahmuzu: Buğdaygillere ve özellikle çavdarların üzerinde asalak olarak yaşayan bir mantardır. Bitkiden kanamaları dindirmede yararlanılır.
-Çoban Çantası: 30-40 santimetre boyunda, Mart ve Ekim ayları arasında beyaz çiçekleri olan otsu bir bitkidir. İdrar artırıcı, damarları daraltarak kanama dindirici ve kabız yapıcı etkisi bulunur.
-Danabağırtan: Kışın yapraklarını dökmeyen, 50 santimetre boyunda, Mart-Eylül aylarında yeşilimsi beyaz çiçekler açan bir ottur. Bazı hayvan hastalıklarında, hayvanın derisi altına yerleştirilerek kullanılır.
-Darifülfül: 4-6 santimetre koni biçiminde, açık esmer renkli, yakıcı ve keskin lezzetli olan meyveleri taze veya kurutulmuş halde baharat veya ilaç olarak kullanılır.
-Deniz Kadayıfı: Yosuna benzer bir bitkidir. Denizlerde yetişen bitki, Atlantik Okyanusu sahillerinde bulunur.
-Dövülmüş Avrat Otu : Bahar aylarında yeşilimsi çiçekler açan, kırmızı meyvelere sahip bir bitkidir. Kök ve gövdesi taze olarak veya yıkanıp kurutulduktan sonra toz haline getirilerek kullanılır. Kurutulmuş bitki müshil, kusturucu ve idrar söktürücü olarak bilinir. Taze bitkinin kullanımı tehlikelidir.
-Dul Avrat Otu: 1 metre boyunda, yaz aylarında kırmızımsı çiçekler açan, büyük yapraklı bir bitkidir. Yapraklarından yapılan ilaçlar, romatizma ve nikris ağrılarını gidermede ve mide iltihaplarını iyileştirmede yardımcı olur.
-Ebu Cehil Karpuzu: Bitki, kabakgillerdendir. Elma iriliğinde meyvesi bulunur. Zehirlidir ve 2 gramdan fazlası öldürebilir. Romatizma ağrılarını dindirir, kaşıntıları giderir.
-Eşek Hıyarı: Haziran - Ağustos aylarında sarı renkli çiçekler açan, yol kenarlarında rastlanan bir bitkidir. Meyve ve köklerinden faydalanılır. Taze yapraklar basit yaralanmalarda kanamayı dindirir.
-Farekulağı: Çuhaçiçeğigillerden, tohumları kuşyemi olarak kullanılan bitkilerin cins ismidir. Güzel kokan çiçekli bitki, beyazımtırak erguvan rengindedir.
-Geyikdili: 20-30 santimetre boylarında, otsu bir bitkidir. Çiçeksizdir. Kökleriyle yapraklarının idrar söktürücü, hafif ishal giderici ve yara iyileştirici etkileri vardır.
-Güzelavrat Otu: Patlıcangillerden, kireçli topraklarda yetişen bitki, 180 santimetre boyundadır ve birkaç sene yaşayabilir. Meyveleri yuvarlak ve siyahtır. İçeriğindeki atropin zehirlidir. Kalbi yavaşlatan, tansiyonu yükselten etkisi vardır.
-Havacıva Otu: 20-30 santimetre boyunda, Mayıs-Temmuz aylarında mavi çiçekler açan, kumlu topraklarda yetişen otsu bir bitkidir. Kökünde taşıdığı kırmızı boya maddesi, boyamada kullanılır.
-Hüsnü Yusuf: 60 santimetre boyunda kırmızı çiçekli bir bitkidir. Çiçekleri toplanıp kurutularak, kullanılacağı zaman suyla kaynatılarak içilir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde hanımlar bu bitkiden hazırlanan merhemleri renk vermesi için ciltlerine, özellikle yüzlerinde kullanırdı.
-Kadın Tuzluğu: 2 metre boyunda, Mayıs-Haziran ayları arasında parlak sarı renkli, güzel kokulu çiçekler açan dikenli bir çalıdır. Kırmızı renkli meyveleri vardır. Olgun meyveleri ve kurutulmuş kökü kullanılır. Meyveler hoşaf ve reçel yapımında da tüketilir. Ateş düşürücü, arpacıklarda ise pansuman yapıcı olarak kullanılır.
-Kısa Mahmut: 10-50 santimetre boyunda, yaz aylarında türüne göre değişik renkli çiçekler açan bir bitkidir. Acı lezzetiyle mideyi uyararak, iştah açar.
-Köpek Dili: 20-90 santimetre uzunluğunda, ilkbahar sonunda kırmızı çiçekler açan bir ottur. Mikrop öldürücü özelliğiyle basit yaralar üzerine taze yapraklarıyla kompres yapılır.
-Kuzukulağı: Haziran-Eylül aylarında küçük çiçekler açan, ortalama 50 santimetre yüksekliğinde bir bitkidir. Kurutulmuş kökleri ve yaprakları ilaç olarak, taze bitki ise salata malzemesi olarak tüketilir. Eski Mısır'dan beri yemek malzemesidir.
Loğusa Otu: Mayıs-Eylül aylarında, türüne göre değişik renkli çiçekler açan otsu bir bitkidir. Yaprakları genellikle kalp şeklindedir. Loğusa Otu'nun kurutulmuş kökleri toz haline getirildikten sonra, suda kaynatıp bal, pekmez veya şekerle tatlandırılarak ya da doğrudan bala konup macun haline getirilerek alınabilir.
-Oğulotu: Haziran-Eylül aylarında çiçek açan, limon kokulu 60-70 santimetrelik otsu bir bitkidir. Çiçekleri beyaz veya sarımsıdır. Limona benzer kokusu ve lezzeti ile hazmı kolaylaştırıcıdır. Ayrıca uykusuzluk için yatmadan önce banyo suyuna 2 yemek kaşığı oğulotu yağı eklenerek yıkanmak faydalıdır.
-Öküzgözü: Bileşikgillerden, çayır ve ormanlarda yetişen ve papatyayı andıran bir bitkidir.
-Pelesenk Odunu: 10-15 metre boyunda, oval yapraklı bir ağaçtır. Pelesenk odunu mobilyacılıkta oldukça değerlidir. Pelesenk reçinesi ağrı kesici ve ateş düşürücü etki gösterir.
-Peygamber Ağacı: 15 metreye kadar yükselebilen bu ağaçlar, mavi çiçeklidir. Terletici ve uyarıcı olması nedeniyle soğuk algınlığında kullanılır.
-Sarısabır: Yaprakları dikenli bir ağaçtır. Kozmetik olarak da kullanılabilen Güneş yanığı ve egzamada iyileştirici etkisi bulunur.
-Sinirliot: 20-30 santimetre yüksekliğinde, sulak yerleri seven ve Mayıs-Ekim aylarında türüne göre değişik renkli çiçekler açan otsu bitkidir. Taze yaprakları kanamaları durdurmada kullanılır.
-Şeytanotu: 3 metreye kadar yükselebilen, büyük ve parçalı yapraklı, sarı çiçekleri olan otsu bir bitkidir. İran, Hindistan gibi ülkelerde baharat olarak bilinen bitki, iştah açıcı, hazmı kolaylaştırıcı ve sindirim sistemi gazlarını gidericidir.
-Tavşan Memesi: Maki ormanlarında bulunan, kışın yapraklarını dökmeyen, 1 metre boyunda, nohut kadar kırmızı renkli meyveli ve çiçekler açan bir ağaççıktır. Acı lezzetiyle iştah açıcı, ayrıca idrar söktürücü ve ateş düşürücüdür.
-Unutmabeni Çiçeği: Ballı baba familyasından, küçük yapraklı bir kır bitkisidir. Buna Aşkotu ve Güveyotu da denilir. İlkbaharda dallarının ucunda demetler halinde küçük pembe çiçekler açar. Dal uçları ve çiçek demetlerinin damıtılması ile elde edilen yağ, kozmetik sanayide yaygın olarak kullanılır. Çiçekleri ise sinirlilik hali, yarım baş ağrısı ve adet düzensizliklerinin tedavisinde yardımcıdır.
-Venüssaçı: Rutubetli ve serin yerlerde, dere kenarlarında yetişen ve 20-40 santimetre yüksekliğinde otsu bir bitkidir. Öksürük kesici, balgam söktürücü ve göğsü yumuşatıcı özellikleri bulunur.
-Yahudi Otu: 30-50 santimetre boyunda, yaz sonunda sonbahar mevsimine uzanan altın sarısı renkli çiçekli papatya ailesine ait bir bitkidir. İdrar söktürücüdür.
-Yılan Yastığı: Baharda kötü kokulu, çok açık yeşil çiçekler açan, gölgeli ve serin yerleri seven, sonbaharda mısır koçanı gibi turuncu-kırmızı meyveler veren bir bitkidir. Taze yaprak ve kökler sivilcelerdeki cerahati toplamak için ve basit yaralarda pansuman yapıcı olarak kullanılır. Taze bitkiyi yemek, bulantı, kusma, ishal ve kalpte ritm bozukluklarıyla ölüme yol açan zehirlenmelere neden olabilir.
-Yılancık: 15-80 santimetre boyunda, tüm yaprakları sık ve sert tüylü, koyu mor çiçekli bir bitkidir. Mikrop öldürücü etkisi nedeniyle yaralara sürülür.


BİTKİLERİN İLGİNÇ ÖZELLİKLERİ
27/8/2007 •
Zamanı ölçebilme yeteneği genelde insanın dışında diğer canlılarda bulunmasının beklenmediği bir özelliktir. Bunun sadece insanlara özgü olduğu düşünülebilir ama hem bitkiler hem de hayvanlar, zamanı ölçme mekanizmasına yani "biyolojik bir saate" sahiptirler:
BİTKİLERDEKİ BİYOLOJİK SAAT
Bitkilerin zamana bağlı hareketlerinin ilk defa anlaşılması 1920'lere dayanmaktadır. Bu yıllarda Almanya'da iki bilimadamı Erwin Buenning ve Kurt Stern fasulye bitkisindeki yaprak hareketlerini inceliyorlardı. İncelemeleri sonunda gördüler ki, bitkiler gün boyunca yapraklarını güneşe doğru uzatıyorlar, geceleri de tam dikey olarak yapraklarını büzüp uyku pozisyonuna geçiyorlardı.
Bu bilimadamlarından yaklaşık iki yüzyıl önce de Fransız Astronom Jacques d'Ortour de Marian da bitkilerin böyle düzenli bir uyku ritmine sahip olduklarını gözlemlemişti. Karanlık bir ortamda ısı ve nem ayarlaması yapılarak tekrarlanan deneylerde bu durumun değişmemesi, bitkilerin içlerinde zaman ölçen bir sistemlerinin olduğunu göstermişti.

Bitkilerin çiçeklenmesi kendiliğinden gerçekleşen, olağan bir olay değildir. Çünkü bitkiler polenlerini her zaman yaymazlar. Örneğin Gelincik çiçekleri polenlerini polen taşıyıcı böceklerin en fazla olduğu saatlerde yayarlar. Diğer bitkilerdeki çiçeklenme de yılın belli zamanlarında gerçekleşir. Bu zaman çiçeklenme için en uygun olandır. Bilim adamları çiçeklerdeki bu zamanlamayı biyolojik saat olarak nitelendirmektedir.

Bitkiler belirli faaliyetleri için belirli zamanları seçerler. Bunu da güneş ışığındaki değişimlere bağlı olarak yaparlar. İçlerindeki saat güneş ışığıyla kurulduğu için ritmik hareketlerini 24 saat içinde tamamlarlar. Bitkilerin ritmik davranışlarının haftalarca sürdüğü de olabilir.75
Yapılan ritmik hareketler ne kadar sürerse sürsün değişmeyen bir nokta vardır. Bu hareketler her seferinde bitkinin yaşaması ve neslinin devamı için, hep en uygun zamanlamada gerçekleşir. Ve bu hareketlerin başarıyla tamamlanabilmesi için birçok karmaşık işlemin kusursuz bir şekilde meydana gelmesi gerekir.
Örneğin birçok bitkide çiçeklenme yılın belli bir zamanında olur. Çünkü bu zamanlar bitkinin çiçeklenmesi için en uygun zamanlardır. Bitkilerin bu zaman ayarlamalarını yapan saatleri, güneş ışığının yapraklara düşme süresini de hesaplar. Her bitkinin biyolojik saati bu süreyi bitkinin kendi yapısal özelliğine göre hesaplar. Yapılan hesap ne olursa olsun çiçeklenme en uygun zamanda gerçekleşir. Bu şekilde bir zaman ayarlaması yapan soya fasulyesi üzerinde yapılan araştırmalar sonucunda, bu bitkilerin ne zaman ekilirlerse ekilsinler her zaman yılın aynı zamanlarında çiçek açtıkları görülmüştür.
Bitkiler çiçeklenmenin dışında daha birçok faaliyetlerinde mükemmel zamanlamalar kullanırlar. Örneğin gelincik çiçekleri polenlerini yayma zamanlarını, polen taşıyıcıların en yoğun şekilde dolaştıkları günlere ve saatlere denk getirirler. Yine her bitki için bu günler ve saatler değişir. Ama sonuçta her bitki yaptığı zaman ayarlamasıyla en garantili biçimde polenlerini yaydırır. Gelincik çiçekleri Temmuz ile Ağustos aylarında sabah 05.30 ile 10.00 saatleri arasında polenlerini yayarlar. Bu saat, arıların ve diğer böceklerin de beslenmek için dışarıya çıktıkları saatlerdir. Burada bitki, kendi özellikleri dışında bir de diğer canlıların özelliklerini en ince ayrıntısına kadar hesaba katmalıdır. Bu bitki kendisini dölleyecek olan canlıların yuvalarından çıkacakları zamanı, katedecekleri yolun süresini ve beslenme saatlerini tam olarak bilmelidir. Bu durumda akla şu soru gelecektir: Bütün bu "bilgilere" sahip olan ve gerekli "hesaplamaları" yapan "diğer bir canlının özelliklerini analiz eden" ve bir bilgisayar merkezini andıran bu saat, bitkinin neresindedir?
Bilim adamları bitkiler dışındaki canlılardaki biyolojik saatin, genel olarak hipofiz bezinin etkisiyle oluştuğunu düşünmektedirler. Fakat bitkilerdeki bu mükemmel zaman ölçme sisteminin nerede bulunduğu onlar için hala tam bir sırdır.76
Bu sonuç bize, bitkilerin her türlü faaliyetlerinin zamanlamasını belirleyen, dolayısıyla hepsini bilgisi ve denetimi altında bulunduran üstün bir aklın ve gücün delillerini ortaya koymaktadır. Allah üstün gücü ve sonsuz aklıyla her yerde yaratılış delillerini bizlere göstermekte ve bunları görerek öğüt alıp düşünmemizi istemektedir.

BİTKİLERDEKİ SAVUNMA STRATEJİLERİ
Bitkiler de kendilerini düşmanlarından bir şekilde korumak zorundadırlar. Bu korunma her bitki türüne göre çeşitlilik gösterir. Örneğin bazı bitkiler, parazitlere ve böceklere karşı çeşitli salgılar üreterek düşmanlarıyla mücadele ederler ve kendilerini ancak bu şekilde korurlar. Bir numaralı savunma silahları olan zehirli kimyasal salgılarını gereği gibi kullanabilmek için bitkiler çok çeşitli stratejiler kullanırlar. Örneğin, mantar ve salatalıkların zehirli uçları vardır ve bunları saldırı anında harekete geçirirler. Bu tam teçhizatlı savaşın başka bir örneği de çınar ağaçlarında mevcuttur. Çınar ağacı, yapraklarından salgıladığı bir öz su yardımıyla, gövdesinin altındaki toprağı sistemli bir şekilde zehirler, öyle ki bu zehirden sonra, toprağın üstünde küçücük bir ot bile yetişemez. Bu zehirli maddeyi bünyesinde barındırmasına rağmen çınar ağacı kendisi bundan herhangi bir zarar görmez.

Resimdeki mısır bitkisinin en büyük düşmanlarından biri tırtılllardır. Saldırıya uğrayan mısır bitkileri kimyasal bir salgı yayarlar ve tırtılları yok edecek olan eşek arılarını yardıma çağırırlar.

Saldırıya uğradıklarında bulundukları ortamdan uzaklaşmalarını sağlayacak ayakları veya savaşacak herhangi bir organı olmayan bitkiler düşmanlarına karşı sadece salgılarla karşılık vermezler, bunun yanı sıra pek çok savunma mekanizması ile birlikte yaratılmışlardır. Bu mekanizmaların içinde haberleşme yeteneği de vardır.77 Bazı bitkiler, ısırılan bölgeden kendilerini ısıran böceğin sindirim sistemini bozucu ve ona sahte tokluk hissettiren bir sıvı salgılar. Aynı zamanda yaprak hasar gördüğü yerden "jasmonik asit" denen bir tür asit de salgılayarak diğer yaprakların saldırıdan haberdar olmalarını ve savunmaya geçmelerini sağlar.
Mısır ve fasulye bitkileri ise düşmanlarından korunmak için parazit yaşayan eşek arılarını adeta paralı asker gibi kullanırlar. Yapraklarına tırtıl dadandığında özel bir kimyasal salgı salgılayan bu bitkiler eşek arılarını bulundukları yere toplarlar. Eşek arıları da larvalarını bitkiye saldırmış olan tırtılların üstlerine bırakırlar. Büyüyen eşek arısı larvaları tırtılların ölümüne neden olur bu da bitkinin kurtulmasını sağlar. Bitkilerin bazıları ise aleolu kimyasal bileşikleri yapılarında bulundururlar. Bunlar böcek ve hayvanlar için bazen çekici, bazen korkutucu, bazen alerji yapıcı, bazen de öldürücü olarak etkilerini gösterirler.
Örneğin kelebekler çalı çiçekli bitkilere yanaşmazlar. Çünkü bu tür çiçekler savunma sistemlerinin içinde "sinigrin" adlı bir zehir maddesi bulundururlar. Buna karşın kelebekler zehir maddesi taşımadıklarını bildikleri salkım çiçekli bitkileri tercih ederler. Buradaki ayrımı kelebeklerin nasıl öğrenmiş olabilecekleri ayrıca cevap bekleyen bir sorudur. Kelebeğin bunu tecrübe ederek öğrenmesi imkansızdır. Bitkinin tadına bakması kelebeğin sonu olacaktır. O halde bu bilgiyi kelebekler farklı bir şekilde elde etmektedirler.
Akçaağaçların, özellikle şeker akçaağacının genç sürgünlerini ve yapraklarını zararlı canlılardan koruma düzeni çoğu zaman insanların ürettikleri böcek öldürücülerden çok daha etkilidir. Şeker akçaağacı, gövdesinde bol şekerli öz su olmasına rağmen, yapraklarına "tanen" denen bir maddeyi gönderir. Bu, böcekleri rahatsız eden bir maddedir. "Tanen"li yaprakları yiyen böcekler kurtulmak için hemen daha az tanenli üst yapraklara çıkarlar. Oysa üst yapraklar kuşların en çok uğradıkları yerlerdir. Buraya kaçan böcekler kuşlar tarafından avlanırlar. Şeker akçaağacı bu stratejisi sayesinde böcek saldırılarından az zarar görerek kurtulur.78
Orta ve Güney Amerika'da yetişen bir asma bitkisi siyah ve yeşil tırtıllar ve kırmızı kelebekler için çok ideal ve çekici bir yiyecek türüdür. Öyle ki bu böcekler, yavrularının yumurtadan çıkar çıkmaz bu lezzetli yiyecekle beslenebilmeleri için, yumurtalarını asma bitkisinin yaprakları üzerine bırakırlar. Yalnız burada çok önemli bir nokta vardır. Bu kelebekler yumurtalarını bırakmadan önce asmanın yapraklarını iyice kontrol ederler. Eğer bir başka hayvan yumurtalarını yerleştirmişse, aynı bitkinin yapraklarından birden fazla ailenin bireylerinin beslenmesi zor olacağından, orayı tercih etmez ve boş olan başka yaprakları ararlar.79
Böceklerin tercihinin bu yönde olması bitki için oldukça büyük bir avantajdır çünkü asma bitkisi saldırıdan korunmak için böceklerin bu seçiciliğinden faydalanır.
Asma bitkisinin bazı cinsleri, yapraklarının üst kısımlarında, yeşil yumrucuklar oluştururlar. Bazı türleri ise, yaprağın altında bulunan, dal ile birleşme yeri üzerinde, kelebeklerin yumurtalarına benzer renkte lekecikler meydana getirirler. Bunu gören tırtıl ve kelebekler, başka böceklerin kendilerinden evvel bu yaprakların üzerine yumurtladıklarını zannederler ve bitkiye yumurtlamaktan vazgeçerek, kendilerine yeni yapraklar aramaya başlarlar.
Yapraklarını böylesine inanılmaz bir yöntemle koruma altına almış olan asma bitkisi, herkesin bildiği gibi topraktan çıkan ve kuru bir dal ile yapraklardan oluşan bir bitkidir. Bu bitki herhangi bir akıl, hafıza ve teşhis kabiliyetine sahip değildir. Kendisinden tamamen farklı bir canlının, bir böceğin özelliklerini, tercihlerini, yumurtlarının şeklini bilmesine kesinlikle imkan yoktur. Ama görüldüğü gibi asma bitkisi böceğin, hangi şartlarda yumurtalarını bırakmaktan vazgeçip de başka bir bitkiye yöneleceğini bilmekte, ayrıca kendi yapraklarında bu yumurtalara benzer desenler oluşturmakta ve çeşitli değişiklikler yapmaktadır. Asma bitkisinin, herhangi bir böceğin yumurtalarını taklit edebilmesi için neler yapması gerektiğini birlikte düşünelim. Taklit, zeka gerektiren bir yetenektir. Bu nedenle bitki bir zekaya sahip olmalı, bu yumurtaları görüp idrak etmeli ve hafızasına bunu yerleştirmelidir. Daha sonra bu özelliklerini, bazı sanatsal kabiliyetleri ile birleştirip, kendi bünyesinde çeşitli değişiklikler oluşturup böyle bir savunma taktiği geliştirmelidir. Elbette ki bu saydıklarımızın hiçbiri, bir bitki tarafından gerçekleştirilmiş olması, ya da çeşitli tesadüfler sonucunda ortaya çıkması mümkün olan şeyler değildir. Gerçek şu ki, asma bitkisi bu özelliğe sahip olarak "yaratılmış"tır. Bu, ona Allah tarafından özel olarak verilmiş bir savunma sistemidir. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayan Allah yeryüzündeki tüm bitkilerin bulundukları ortamda gereken her türlü ihtiyaçlarını yaratmıştır. Allah her şeyin hakimidir. Tüm evrende olan biten her şeyden haberdardır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... (Secde Suresi, 5)
İLGİNÇ BİTKİLERDEN BİRKAÇ ÖRNEK
Arum zambağı döllenmeye hazır hale gelince keskin kokulu bir amonyak gazı (NH3) yaymaya başlar. Çiçeğin son derece ilginç bir yapısı vardır. Polenlerinin bulunduğu bölüm, beyaz yapraklı yapının içinde dip taraftadır ve dışarıdan görünmez. Bu yüzden sadece koku yaymak böceklerin dikkatini çekmek için yeterli değildir. Polenler döllenmeye hazır olduğunda zambak saldığı kokuyla birlikte çiçeğinin dışta kalan bölümünü de ısıtır. İşte bu yalnızca aydınlık saatlerde ve bir gün içerisinde gerçekleşen ısınma ve koku böcekler için çok çekicidir. Bu ısı ve koku nasıl ortaya çıkıyor sorusunu cevabını bulmaya çalışan bilim adamları bitkinin metabolizmasında gerçekleşen hızlanma sonucunda ortaya özel bir asit çıktığını bulmuşlardır. Glutanamik asit denen bu maddenin kimyasal yollarla parçalanması sonucunda çiçeğin yaydığı ısı ve koku oluşur. Bu sayede böcekler çiçeğe gelirler. Ne var ki böcekler için bu yeterli değildir çünkü arum zambağının polen tozları dipte kapalı torbacıklarda bulunur. Çiçek buna da hazırlıklıdır. Yağlı olan dış yüzeyi sebebiyle gelen böcekler kayarak aşağı çiçeğin içine düşerler ve bir daha da kaygan duvarlardan yukarı tırmanamazlar. Bulundukları bölümde çiçeğin dişi organlarının ürettiği şekerli bir sıvı vardır. Ayrıca gece olunca polenlerin kapalı olduğu torbacıklar da açılır ve böcekler bunlara bulanırlar. Böcekler çiçeğin içinde bir gece kalırlar. Sabah olunca çiçeğin üzerinde bulunan dikenler bükülerek böceklerin yukarı tırmanması için merdiven işlevi görürler. Merdivenden tırmanan böcekler, özgürlüklerine kavuşur kavuşmaz görevlerini yerine getirmek için dölleyici polen yükleriyle birlikte başka bir zambağa giderler.80
İlgi çekici bir güzellikte olan Passiflore çiçeği, yaprakları üzerinde yer alan küçük iğneler sayesinde düşmanı olan tırtıllara karşı koyabilmektedir. Bu iğneler, yumurtadan çıkan tırtılların en ufak bir yer değiştirmesi halinde bedenlerine saplanır. Böylece, passiflore çiçeği, bu tırtıllar henüz doğup ona zarar vermeden önlemini almış olur.81

Çevremizdeki güzellikler bazen oldukça etkileyici biçimlerde belirirler. Kışın kar örtüsünün altında donmuş bir şekilde korunan kardelenler, baharda karların erimesi ile birlikte çiçek açarlar. Karların içinden çıkan bu muazzam güzellik ve renk cümbüşü, Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğun ve ihtişamın örneklerinden alnızca bir tanesidir.82

Resimde görülen bu canlı kayalar gerçekte toprağın altında gizlenmiş olan bir bitkinin etli yapraklarıdır. Çiçek açmadığı zamanlarda bir kayadan farksız olan taş kaktüs bitkisi aslında gerçek bir kaktüs değildir. Kayaya benzeyen görünüşü onun düşmanlarından çok iyi bir şekilde korunmasını sağlar.83

Küstüm otunun çok ilginç bir savunma sistemi vardır. Bu bitkinin yapraklarına dokunulduğunda birkaç saniye içinde, sapla birlikte yapraklarının gövdeye doğru yaslandığı görülecektir. Eğer bitkiyi rahatsız eden etki devam ederse bu kez küstüm otu aşağıya doğru ikinci bir hareket yaparak gövdesinin üzerindeki sivri dikenleri ortaya çıkarır. Bu da böcekleri kaçırmak için yeterlidir. Bitkideki bu hareketi gerçekleştiren mekanizma elektrik akımlarıyla başlar. Bu akım aynı insan vücudundaki sinirlerden geçen akım gibidir. Bitkinin reaksiyonları bizde olduğu kadar hızlı değildir. Bununla birlikte bitki özünü taşıyan kanallar aracılığıyla iletilen elektrik sinyalleri 30 santimetrelik mesafeyi bir-iki saniye içinde geçer. Isı ne kadar yüksek olursa, reaksiyon o kadar hızlı olur. Her bir yaprağın dibi (yaprağın sapıyla birleştiği yerde), oldukça şişkindir. Buradaki hücreler sıvıyla doludur. Uyarı buraya ulaştığı zaman, yaprağın dibindeki şişkinliğin alt yarısı aniden suyunu boşaltır ve aynı anda diğer üst yarı, bu suyu kendi bünyesine alır. Ve yaprak aşağıya doğru düşer. Böylece uyarı saplar boyunca ilerlerken, yapraklar domino taşları gibi teker teker, ardı ardına kapanır. Bu şekilde bir savunma hareketinden sonra, bitkinin tekrar hücrelerini doldurup, yapraklarını açabilmesi için 20 dakika gereklidir.84


İLGİNÇ BİTKİLER

Torbaotunun Dokunmatik Tuzağı

Bilim dünyasında ‘Utricularia’ adıyla bilinen torbaotu bir su bitkisidir.Torbaotunun kese biçimindeki kapanlarında üç tip salgı bezi bulunur: Bunlardan ilki olan küresel salgı bezleri, kapanın dış yüzünde yer alır. Diğer iki tip salgı bezi, yani "dört kollu salgı bezleri" ve "iki kollu salgı bezleri" ise kapanın iç yüzünde yer alır. Bu farklı salgı bezleri, çok ilginç bir tuzağı aşamalı olarak çalıştırır. Öncelikle iç yüzeydeki salgı bezleri devreye girer. Bu bezlerin üzerindeki tüyler, suyu torbaotunun dışına doğru pompalar. Böylelikle torbaotunun içinde, önemli bir boşluk meydana gelir. Bu boşluğun ağzında ise, deniz suyunun tekrar içeri girmesini engelleyen bir kapan vardır. Bu kapanın üzerinde bulunan tüyler ise, dokunmaya karşı oldukça duyarlıdır. Sudaki bir böcek veya organizma bu tüylere değecek olursa, kapan hızla açılır. Doğal olarak da içi boş olan torbaotuna doğru ani bir su akımı oluşur. Bu akıntıya kapılan kurban daha ne olduğunu anlamadan kapan kapanır. Saniyenin binde biri kadar kısa süren bu olaydan hemen sonra da, salgı bezleri içeride hapsolan avı sindirmek üzere salgı üretmeye başlar.1







Torba otunun kesiti ve kapanın işleyişi: 1- Av kapanın tetik tüylerine dokunuyor, 2- Kapan anında açılıp hayvan içeri çekiliyor 3- Kapı kurbanın üzerine kapanıyor.

Farklı bir avcı: Venüs bitkisi



En az hayvanlar kadar iyi "avlanan" bitkiler de vardır. Bunlardan "Venüs" isimli bitki üzerinde dolaşan böcekleri yakalar ve bunlarla beslenir. Bu bitkinin avlanma sistemi şöyle çalışır: Bitkiler etrafından gezerek kendine yiyecek arayan bir sinek, birden bire oldukça cazip bir bitki ile, yani Venüs'le karşılaşır. Bir çanağı kavramış ellere benzeyen bitkiyi cazip kılan şey, yapraklarının dikkat çekici kırmızı rengi ve daha da önemlisi, bu yaprakların çevresindeki bezlerden salgılanan şeker kokulu salgıdır. Kokunun dayanılmaz cazibesine kapılan sinek fazla terreddüt etmeden bu ilginç bitkinin üzerine konar. Yiyecek kaynağına doğru ilerlerken bitki üzerindeki zararsız görünümlü tüylere de ister istemez dokunur. Kısa süre sonra bitki aniden kapanıverir. Sinek, ansızın üzerine sımsıkı kapanan bir çift yaprağın arasında sıkışıp kalır. Venüs bitkisi biraz sonra "et eritici" sıvısını salgılamaya başlayacak ve kısa süre içinde sineği bir tür pelteye dönüştürecek, sonra da emerek tüketecektir.


Bitkinin sineği yakalamaktaki hızı son derece etkileyicidir. Bitkinin kapanma hızı, insan elinin maksimum kapanma hızından daha fazladır (eliniz açıkken ortasına konan bir sineği yakalamayı denerseniz, büyük olasılıkla başaramazsınız, ama bitki bu işi başarabilmektedir). peki kasları, kemikleri olmayan bir bitki nasıl olup da böyle ani bir hareket yapabilmektedir? Araştırmalar venüs bitkisinin içinde elektriksel bir sistem olduğunu ortaya koymuştur. Sistem şöyle çalışır: Bitkinin tüycüklerinde sineğin çarpmasıyla oluşan mekanik etki, tüycüklerin altındaki alıcılara iletilir. Eğer mekanik itme yeterince güçlüyse, alıcılardan tıpkı bir havuzdaki dalgalar gibi tüm yaprak boyunca elektriksel sinyaller yollanacaktır. Sinyaller yaprakları ani bir biçimde hareket ettiren motor hücrelere ulaşır ve sineği yutacak mekanizma harekete geçmiştir.






Çiçeğin avlanma mekanizmasını harekete geçiren, yapraklarının iç yüzeyinde bulunan birkaç tüydür.

Bitkinin uyarı sisteminin yanında, yapraklarının kapanmasını sağlayan mekanik sistem de son derece mükemmel bir yaratılıştadır. Bitki içindeki hücreler elektriksel uyarı alır almaz bünyelerindeki su dengelerini değiştirirler. Yaprakların oluşturduğu kapanın iç tarafındaki hücreler bünyelerindeki suyu bırakıp çökerler. Bu olay havası alınmış bir balonun sönmesine benzer. Kapanın hemen dışındaki hücreler ise aşırı su alarak şişer. Böylece insanın kolunu hareket ettirmesi için bir kasın gevşerken ötekinin kasılmasına benzer şekilde, kapan kapanır. İçerde hapsolan sinek ise her çırpınmasında tüylere tekrar tekrar değerek, elektriksel itmenin tekrar oluşumuna ve dolayısıyla da yaprağın daha sıkı kapanmasına neden olmaktadır.Bu arada kapanın yüzeyindeki hazım bezleri de uyarılmaktadır. Uyarı sonucunda bezler sineği yavaşça eritecek sıvıyı salgılamaya başlarlar. Böylece bitki, protein bakımından hayli zengin bir çorba haline gelen sineğin peltesini kullanarak beslenir. Sindirimin sonunda ise, tuzağın kapanmasını sağlayan mekanizma tersine işleyerek kapanın açılması sağlanır.



1- Sinek tüyleri titreşiyor ve reaksiyon başlıyor 2- Kimyasal reaksiyonlarla oluşan elektriksel uyarılar yaprağa yayılıyor. 3-Ve çiçek sineği avlıyor.

Ayrıca sistemin bir ilginç özelliği daha vardır: Tuzağın harekete geçmesi için tüylere üst üste iki kez dokunulması şarttır. İlk dokunma elektrik potansiyelini oluşturmakta fakat tuzak kapanmamaktadır. Tuzak ancak ikinci bir dokunmayla elektrik potansiyelinin belirli bir boşalma düzeyine ulaşması sonucu kapanmaktadır. Sinek tuzağı bu çift hareketli mekanizma sayesinde gereksiz yere kapanmaz. Örneğin bitkinin içine bir yağmur damlasının düşmesi durumunda kapan harekete geçmez.

Sundew'in tüyleri

Bu bitkinin yaprakları uzun kırmızı tüylerle doludur. Bu tüylerin ucu, böcekleri kendine çekecek koku içeren bir sıvı ile kaplıdır. Sıvının bir başka özelliği ise son derece yapışkan olmasıdır. Kokunun kaynağına yönelen böcek, bu yapışkan tüylere takılır. Böcek kurtulmak için debelendikçe, tüyler hayvanı daha iyi kavrayacak şekilde bükülmeye başlar. Kıpırdayamaz hale gelen böcek protein parçalayıcı salgı içinde hazmedilir. Bitkinin hareket sistemi Venüs bitkisininkine benzemektedir. Tepesinde ve sapındaki tüycükler titreşir ve diplerinde oluşan elektriksel uyarılar reaksiyonu başlatır.

Şimdi bu etkileyici avlanma sistemi üzerinde düşünelim. Bitkinin avını yakalayabilmesi ve sindirilebilmesi için tüm sistemin varolması gereklidir. Bir parçanın bile eksikliği bitki için ölüm demektir. Örneğin; yaprak içindeki tüyler olmasa böcek içerde gezmesine rağmen reaksiyon hiçbir zaman başlayamayacağından bitki kapanamayacaktır. Veya kapanma sistemi olsa ancak böceği sindirecek salgılar olmasa, tüm sistem boşa gidecektir. Bitki sinekleri cezbedecek bir koku salgılamasa, bu kez kapan kendisine av bulamayacaktır.Kısaca sistemin eksik olması demek bitkinin ölümü demektir.









Bu bitki, bahsettiğimiz tüm özelliklere varolduğu andan itibaren sahip olmuş olmalıdır. Bir bitki birden bire değişip avcı olamamamıştır elbette. Tabi "tesadüflerin sihirli gücü" de değildir bitkiyi böylesine usta bir avcı yapan. Buradaki en önemli nokta ise, sözkonusu usta avcının düşünceden mahrum bir canlı olmasıdır. Eğer bu canlı bitki değil de bir hayvan olsaydı, evrim taraftarları, hayvanın kendi kendini, "doğa"nın da takdire değer (!) katkılarıyla böylesine geliştirdiğini iddia edeceklerdi herhalde. Ama burada sözkonusu olan, bu sistemin, beyin veya benzeri bir yapıya sahip olmayan, dolayısıyla bilinçsiz olduğu kesin olan bir varlığın, bitkinin üzerinde bulunmasıdır. Bitki, elbette avlandığının farkında bile değildir. O da diğer tüm bitkiler gibi hiçbir çaba sarfetmeden beslenebilecek bir sistemle birlikte yaratılmıştır.